Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

G.p

G.p
@Caravaggio
12 okur puanı
Kasım 2018 tarihinde katıldı
İnsan soyut resime hayranlık duyan biriyle yüzyüze gel­diğinde bu acıklılık sefalete dönüşüyor, ama daha beteri ve daha netamelisi soyut resmin eleştirmeni, yani uzmanı yine de. Bazan iğrenç birşey olur: Tüm eleştirmenler bir şeyin ya çok iyi ya da çok kötü olduğunda birleşirler. O zaman söyledikleri herşeyin yalan olduğundan emin olabilirsiniz.
Sayfa 108
Reklam
Çirkinliği dizlerimin üzerine yerleştirdim ve handiyse o anda bıktım ondan.
Sayfa 75
Sanırım bir insan için dünyadaki en hoş özgürlük, yaşıyor olmasında yatıyor; eğer isterse, çalışmaya gerek duymamasın­da.
Sayfa 67

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin! Uzun yola çıkmaya hüküm giydim. Beyazların yöresinde nasibim kalmadı yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim zorbaların arasında tehlikeli bir nifak uyrukların arasında uygunsuz biriyim vahşetim beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı kendime dünyada bir acı kök tadı seçtim yakın yerde soluklanacak gölge
Sayfa 14
Aşk ve tutku şarkıları söy­leyip duran toplumla, aşık olanlar ya da tutkuya kapılan­lar için darağacı kuran toplum aynı değil miydi? İnsanlara, bütün insanlara karşı bir şefkat besliyor­dum içimde: Onlar hem yanlış yapıyorlar, hem de yan­lışlıkların kurbanı oluyorlardı.
Sayfa 73
Reklam
Çalım satarak yürüyen ve kendi kendini yiyen, düşü­nen ve sürekli kendini yenileyen bu kibirli, gururlu ve kudretli insan, yeryüzünde, kendisini yok olmaktan kıl payı ayıran bir beden tarafından tutuluyordu. Ama bir kere yerinden kopunca -ve bir gün mutlaka kopacaktı­- yeryüzünde onu artık yeniden bir araya getirebilecek hiçbir güç yoktu. Bilim, tahtından tepe taklak olup düşmüş, az önce in­sanoğlunun yaptığı gibi çıplak ve aciz bir şekilde ayakla­rımın önüne yığılmıştı. Şaşkın ve kafam allak bullak olmuş bir şekilde etrafı­ma bakındım: Bilim beni yeni bir inanca götürmeden, es­ki inancımı ortadan kaldırmıştı. Peşinden gitmeye ant iç­tiğim aklın yolu, kocaman ve aşılamaz bir engele çarpın­ca kesilen, kısa ve sığ bir yoldu.
Sayfa 33
Eşyanın bu sonu gelmeyen değişmesi, Aristoteles mantı­ğına göre oluşmaz. Ona aykırı ilkelere göre oluşur. Gerçi, Aristoteles'ten sonra onun "çelişmezlik ilkesi" filozofların yargılarına uzun süre temellik etti. "Bir şey aynı zamanda hem var, hem de yok olamaz," denildi. Oysa, şimdi biliyoruz ki, her varlık kendi karşıtını (zıddını) içine alır. O, aynı za­manda hem kendisi, hem de karşıtıdır. Bağrında taşıdığı bu çelişki oluşa yol açar, oluş içinde bir çözüme varır. Aslına bakılırsa, doğa bir görünüş ve gözden siliniştir, beliriş ve kayboluştur. Her şey gelişme/evrim halindedir. Ge­lişmek; çözülmek ve kaybolmaya başlamak demektir. Nite­kim, yaşam kendinde ölümü taşır. Kendi karşıtıyla yaptığı keskin bir çatışmadan sonra yaşam doğar. Olacağı hazırla­yan şey, onu yok edecek şeyi de hazırlar.
Sayfa 106
Her çağda bu dinsel baskılara rastlanabilir. Atina'nın putatapanları Sokrates'e baldıran zehiri içirdiler; çünkü o, tan­rılara inanmıyordu. Filozof Demokrites Abdere'den kovul­du, Heraklites Ephese'den sürgün edildi. Katolik kilisesi Galile'yi hapse attı, Kampanella'ya olmadık işkenceler yaptı; Giordano Bruno'yu Roma’da, Vanini'yi Toulouse’da diri diri yaktı. Engizisyon beş milyon insanı zindanlarda çürüttü, ate­şe verilen odun yığınlarının içinde yakıp kül etti. Cenevre’nin protestanları tanrıbilimci hekim Michel Ser­vet'i diri diri yaktılar. Yahudi hahamları Spinoza’yı taşa tutmaya kalktılar. Çün­kü o, Traite theologique - politique (Tannbilimsel-Siyasal inceleme) adlı yapıtında Kutsal Kitap'ı özgün bir anlayışla yorumlamıştı. Modern düşüncesinin kurucusu Descartes öz­gür olabilmek için Fransa'dan ayrıldı. Kilisenin takibinden kurtulmak amacıyla yirmi yıl Hollanda Cumhuriyeti'nde sı­ğınmacı olarak yaşadı. Çünkü artık, "kör dehliz"de yaşamak istemiyordu. Yakın çağlara gelelim: Darwin ve Darwincileri Amerika Birleşik Devletleri protestan kilisesinin çömezleri mahkeme­ye vererek mahkûm ettirdiler. Victor Hugo 15 ocak 1850'de Yasama Meclisi'nde verdiği ünlü söylevinde bu din adamlarının mahkemesine seslene­rek onlara şu kıtayı gönderiyordu: Kim mi sizi kızdıran? Söyliyeyim: Siz insan aklına kızıyorsunuz! Çünkü o, ipliğinizi pazara çıkarıyor!
Sayfa 83
Politikanın doğası gereği, belirsiz davranışlara zorlar insanı. Politikacının bir yanında sağcılar bir yanında solcular vardır. İkisi­nin ortasında duran politikacı, her ikisini de dikkate almaya çalış­maktadır. Bizdeki gibi anarşistçe de olsa bir diktatörlükte, sırayla belli uzlaşmalar yapılır; birbirine, bir diğerine birşeyler verilir. Bu durum ise herkesin hoşnutsuz olmasına yolaçar. Ne var ki seçmen politikacı değildir. Oy vermek politika yap­mak anlamına gelmez, daha çok belli bir politikanın belirsiz olma­yan şu yanını kabul, bu yanını reddetmek demektir. Seçmene şu söylenemez: "Şu ya da bu direnişlerle mücadele edecek, şu ya da bu grubu dikkate almak zorunda olan, o nedenle kendisini, onay vermenizi istediği şeyin dışında bir şeyler yapmak zorunda görecek bir adamı seçin." Seçmene kesin bir karar vermesi için olanak tanı­mak zorunludur.
Sayfa 120
'İşkence, anlamsız bir hiddetin, bir korkunun ürünüdür'
İnsanlar genellikle birbirlerini öldürürler: kollektif, ya da tikel çıkarlar için her zaman savaşmışlardır. Fakat işkencede, bu tuhaf maçta, hizmet son derece radikal görünüyor: işkenceci, işkence gö­renle, insan sıfatı uğruna mücadele etmektedir ve her şey, sanki iki­sinin aynı zamanda insan türüne ait olamayacakları biçimde ger­çekleşmektedir.
Sayfa 56
Reklam
Hiçbir vatan, onu yücelten, beslen­dikleri ve birbiriyle karıştırılamayacak her şeyi, birbirine karıştırmak için aynılaştıran filmlerdeki işleniş biçiminden sonra hayatta kalamaz. Kültür sözcüğü kullanılmadan anılamayacak ne varsa, acının ve çelişkinin ifadesi olarak, salt varoluşu değil, doğru yaşam fikrini korumaya çalışırdı; kültür endüstrisinin güzel biçimlere soktuğu, uzlaşımsal ve bağlayıcılığını yitir­miş düzen kategorileri, bu yaşamı doğru bir yaşammış gibi, kendilerini de onun ölçütleriymiş gibi gösteriyorlar. Kültür endüstrisinin avukatlarının, buna cevaben kültür endüstri­sinin zaten sanat sunmadığını söylemeleri bizzat ideolojidir ve bu ideoloji, değirmenin hangi suyla döndüğünün so­rumluluğundan kaçmaya yarar.
Sayfa 116
Büyük sanatçılar, stili kesintisiz ve kusursuz biçimde vücu­da getirenler değil, stili acıların kaotik dışavurumuna karşı bir katılık, yani olumsuz bir hakikat olarak yapıtlarına da­hil eden sanatçılardı. Sanatsal dışavurum, yapıtların stili sa­yesinde, varoluşun işitilmeden dağılıp gitmesine karşı ko­yabilecek güce erişti. Örneğin Mozart'ın müziği gibi klasik diye nitelendirilen sanat yapıtları bile, ete kemiğe bürün­dürdükleri stile ters düşen nesnel eğitimleri içerir. Schön­berg ve Picasso'ya dek tüm büyük sanatçılar, stile duyduk­ları güvensizliği elden bırakmadılar ve can alıcı noktalarda stilden çok sanatsal nesnenin mantığına bağlı kaldılar. Ekspresyonistlerin ve dadaistlerin kavgacı bir tonda anlat­mak istedikleri stildeki hakikatsizlik, bugün ağlak şarkıcıla­rın şarkı söyleme jargonunda, film yıldızlarının özenle kur­gulanmış zarafetinde, hatta bir tarım işçisinin sefil kulübe­sini çeken fotografçının ustalığında zaferini ilan etmektedir.
Sayfa 60
35 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.