Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Celal Kağıtçı

Celal Kağıtçı
@CelalK
15 okur puanı
Haziran 2020 tarihinde katıldı
“Gregor kendi şirketinden ustaca kapı dışarı ediliyor, ortaklar şirkete el koyuyor, mutluluk içinde bu yeni gemiye şampanyalı açılış yapıyorlar, işte gol, bacak arası hem de. Kendimizi sokakta buluyoruz hasılı kelam, borca batmış halde, inşaat sektöründe betoncu, amele, hamal, dört yıl boyunca.”
Reklam
Hristiyanların, ondan şüphe duyanların, nefret besleyenlerin ya da onu küçümseyen filozofların ve ondan korkan halkın karşısına büyük bir katılıkla diktiği dogmalar, Hristiyanlığın onuru içindi. Kendi tahammülsüzlüğü, başarısının anahtarı olmuştu. Bu sebeple, daha yumuşak başlı çok tanrıcılar, hiçbir engele takılmayan, hiçbir tehlikeden korkmayan ve hatta işkence gördüğünde ya da darağacına çıktığında bile kendini Mutlak Hâkim’e havale eden bu gayrette, kendi deneyimlerinde hiç aşina olmadıkları bir kutsallık olduğunu düşünmeye başladılar. Orta Çağ Hristiyanlarını acımasız birer yobaza, ilk Hristiyanları korkusuz birer kahramana dönüştüren aslında aynı gayretti.
“Pompei, neredeyse aradan on yedi yüzyıl geçtikten sonra kazılarak mezarından çıkarıldığında, tüm renkler canlılığını koruyordu. Duvarları sanki dün boyanmış gibiydi, pahalı mozaiklerle kaplı zeminlerin rengi bir ton bile solmamıştı. İşçilerin bitiremediği, yarım kalan forum sütunları, bahçelerdeki sunaklar, mücevher çekmeceleri, hamamlarında kullanılan aletler, tiyatro biletleri, salonlarındaki mobilya ve lambalar, yemek odalarındaki son ziyafet masasından kalanlar, küçük dairelerindeki parfüm şişeleri ve rujlar, hepsi, on yedi yüzyıllık sessizliğin ardından gün yüzüne çıkarılmıştı. Ve nihayet her yerde, şehrin her bir köşesinde, bir zamanlar bu şaşaalı yaşamın, bu minyatür uygarlığın hazlarıyla coşanların kemikleri ve iskeletleri vardı!”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bu iki yapıyı gördükten sonra rehberiniz size hikâyeler anlatacak. Don Juan’ın katedralin Mağrip usulü kulesi boyunca uzanan Giralda’nın bronz heykeline ne acayip tekliflerde bulunduğunu; Giralda’nın bunları nasıl kabul ettiğini; yine bir gün, Don Juan’ın sıcak rüzgârlar altında, Guadalquivir Nehri’nin sol yakasında dolaşırken, nehrin karşı yakasında sigarasını tüttüren bir adamdan –ki bu adam şeytanın vücut bulmuş halinden başka bir şey değildir– nasıl ateş istediğini ve onun da nehrin karşı yakasından kolunu uzatarak yakması için sigarasını verişini; artık hiçbir uyarıya kulak asmayacak kadar duygusuzlaşmış olan Don Juan’ın da sigarasını hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden yakışını anlatır size.
« Sandeep, bir iki kez Bombay’ı hatırlamış ve bilmediği bir sebepten dolayı kederlenmişti. Büyük apartmanın yirmi üçüncü katında yalnız başınayken, cennetin başında, kuşlara ve balıklara hükmeden Âdem gibi fazlaca ön plandaydı. Ön planda olmaktan nefret eder, bir karasinek gibi sıradan olmak isterdi. Yabancı ve acımasız bir ortam olan okuldaysa, cennetten kovulmuş Âdem gibiydi. Oysa burada, Chhotomama’nın evinde, ister yaşamın ritmine uyar, ister yok oluşa karışırdı ; seçmekte özgürdü. » …
Reklam
Ruhlarına sinsice korku ve dehşet salınmış, aşağılık kompleksi, kaygı, kölelik, umutsuzluk ve eziklik duyguları yerleştirilmiş milyonlarca insandan söz ediyorum...
"Doğuda bitmeyen yazlar olurmuş, varsın olsun! Ben kendi yazımı, kendi kömürümle kendim yaparım."
...bazen iki insan gözü görmek, Tanrıyı görmekten daha önemlidir...
Campania’nın mağrur ve güzel çiçeği Pompei
Romalıların, adını duyunca bile soğuktan titrediği uzak ve barbar bir adadan bir yabancı geldi; sıcacık, tatlı Campania’nın güzellikleri arasında mola verdi ve bu dünyadan sonsuza dek göçüp gitmiş, farklı sosyal sınıflardan şahitlerinin ışığında bu tarihi romanı yazdı. Yıkım: MS. 79 İlk keşif: MS. 1750
Sayfa 464 - Üç Nokta YayınlarıKitabı okudu
Sıklıkla aynı rüyaları görüyordum. Gardayım, trene binmem gerekiyor. Tren orada, bütün gürültüsüyle karşımda duruyor. Tanıdığım insanlar rahatça vagonlara biniyorlar. Ben binemiyorum… Sesleniyorlar… Binemiyorum; yere çivilenmiş gibiyim. Görevliler geliyor; beni itip kakıyor, sıkıştırıyorlar: “Binin lütfen! Hadi, binin ama!” binemiyorum… Tren sarsılıyor, uzaklaşıyor, kayboluyor. Tekerlekleri beceriksizliğime gülüyor; duvardaki saat benimle dalga geçiyor.
Reklam
Meselenin özü ‘vadetmek’ kelimesinde yatar… Başarıya ulaşmak için adayın yapması gereken tek şey sömürmektir. İnsanoğlunun en vazgeçilmez, en biricik, en inatçı saplantısını, yani ‘umudunu’ sömürmek gerekir. Umudu sömürerek yaşam kaynaklarına, çıkarlara, tutkulara ve boş heveslere ulaşılır. Mutlak prensip olarak şu temel önermeden faydalanabiliriz: “Kişi hangi partinin adayı olursa olsun, görüşü ne olursa olsun, seçmenlerin görüşleri bu parti ve partinin görüşleriyle ne denli zıt olursa olsun, seçim döneminde en çok vaatte bulunan aday kazanacaktır.” Bu diş sökücülerin her gün halk meydanlarında sakin ve ihtiyatlı bir biçimde gerçekleştirdiği bu operasyon, halk tarafından ‘İradesini kabul ettirmek', vekil tarafındansa ‘Halkın isteklerine kulak vermek’ olarak adlandırılır…
Sayfa 190Kitabı okudu
Birkaç bilim adamı ve benim birlikte yaptığımız meşakkatli ve doğruluğu mutlak birtakım araştırmalardan sonra, örneğin dehanın korkunç bir zihinsel bozukluktan ileri geldiği sonucuna vardığımızı biliyor muydunuz?.. Dehalar mı?.. Manyaklar, alkolikler, soysuzlar, deliler… Bu yüzden yıllarca, örneğin Zola’nın olağanüstü derecede sağlıklı bir zihinsel yetisinin olduğunu düşündük; sanki tüm kitapları bunu doğruluyor, haykırıyordu… Aslında, hiçbir ilgisi yok… Zola kim mi? Bir suçlu… Hayranlık beslemek yerine, tedavi edilmesi gereken bir hasta… Ulusal temizlik adına, neden hâlâ tımarhaneye kapatılmadığını anlamıyorum...
Sayfa 260 - Üç Nokta YayınlarıKitabı okudu
Whyn Nehri Cinayeti
"Düşünüyorum da hiçbirimiz bizi izleyecek yazara karşı düşmanca bir davranış içine girmedik, hatta Bay Wade ve Bay John Rhode’un büyük bir ustalıkla oyuna soktukları Whyn Nehri’nin gelgit dönemlerindeki tuhaf davranışları bile nehrin çiçekli kıyılarında yüzen Amiralin cesedi kadar huzurlu, barışçı ve iyi niyetliydi..."
Sayfa 5 - Üç Nokta Yayınları
"Burada beni en çok rahatsız eden şey dağların varlığı diyebilirim, zira dağlar –aynı şeyi o büyük ve yabani şiirler için de düşünürüm– benim için evrendeki şifasız mutsuzluğu, kapkara yılgınlığı, nefes aldırmayan ölümcül atmosferi temsil ediyor. Haşmetli biçimlerine, değişken aydınlıklarına hayranlık besliyorum. Beni dehşete düşüren şey, taşıdıkları bu ruhtur işte. Ölülerin manzarası da bu satırları yazarken gördüğüm uçsuz bucaksız dağlar gibi olmalı diye düşünürüm hep; insanların onları bu denli sevmesinin nedeni budur belki."