"Karanlıkta güverteden
denize sarkma... Kimse ile konuşma... Vapur merdivenlerinden deli gibi inme!" gibi ağır nasihatlerle haysiyetimi kırdılar. Sanki Tekirdağ’a işleyen pabuç büyüklüğündeki külüstür vapurun bir transatlantik gibi seksen metre merdiveni varmış gibi...
Bahçede kuru bir ağaç vardı. Fırsat buldukça oraya tırmandığımı ve tehditlere kulak asmadan teneffüs sonuna kadar daldan dala atladığımı gören muallim bir gün, “Bu çocuk insan değil, çalıkuşu!” diye bağırmıştı.
İşte o günden sonra adım unutulmuş ve herkes beni “Çalıkuşu” diye çağırmaya başlamıştı
Bir kimse güzel tohum elde edip bir yere ekse, o yerin dikenini, otunu temizlese, onu
vaktinde sulasa harman zamanı —eğer Allahü Teâlâ âfetten saklarsa— biçim götürmesini beklese bu bekleyişe
ümid derler.Eğer kötü tohum ekse veya sürülmemiş toprağa ekmiş olsa, yahut ottan ve dikenden temizlemese veya sulamasa, diktiğinin büyümesini beklese buna garur (aldatıcı) hamakat ve aptallık derler. Ümid demezler.[Ve eğer güzel tohumu temiz yere ekse, toprağı diken ve yabancı otlardan temizlese, ama sulamasa:
— Yağmur yağar, yer sulanır! deyip yağmuru beklese, yağmur da yağabileceğinden, bunda da güçlük olmadığından buna arzu ve temenni denir.
Gelecek bir şeyi ümit edenin haline Umma (recâ) derler. Kimi de, temenni denilir. Kimi de gar (aldatcılık) ve ahmaklık denir. Ebleh, aptal kişiler bunları birbirinden ayırt
edemez. Bunların hepsini seçkin, beğenilmiş ümit sanırlar. Ama hâl hiç de böyle değildir.