Çağrı kültürünü bu denli toksik hale getiren şey onun yaygınlığı değil, doğası ve sergileniş biçimidir. Özellikle Twitter ve Facebook gibi buluşma alanlarında biriyle ilgili bir açıklamada bulunmak, sadece iki kişi arasındaki özel bir paylaşım olarak düşünülemez: İnsanların ne kadar ince bir zekâya sahip olduklarını ya da ne kadar sıkı politika yaptıklarını gösterdikleri bir yerde, böyle bir paylaşım kamusal bir performanstır. Hakikaten de bazen, performansın kendisi, çağrının içeriğinden daha önemli hale gelebilir.
Çağrı kültürü nihayetinde, suç ve ceza konusunda özel cezaevi politikasından öğrendiğimiz şeyin bir yansımasıdır: Kişileri çok katmanlı hikâyelere ve tarihlere sahip insanlar olarak görüp onlarla etkileşime geçmek yerine, onları uzaklaştırmak ve gözden çıkarmak.
Sadece çağrı kültüründe değil, özgürlükçü topluluklarda da kimin içerde kimin dışarda olacağıyla ilgili sınırları denetleyen ve belirleyen ılık bir totaliter dip akıntının olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu sınır sıklıkla, uygun dil ve terminolojinin, sürekli değişen ve yetişmenin olanaksız olduğu bir dil ve terminolojinin kullanımıyla inşa edilir. Böyle bir çerçevede, en azından bazı zamanlarda hata yapmamak imkânsızdır.
Çağrı kültürü bu bulaşıcı performansıyla korku, utanç ve kendini üstün görme iklimini harekete geçirir ve yaygınlaştırır.