“Tutucu kişi, yapmak istediği ama yaparsa suçlanacağı davranışları başkalarında gördüğünde onları eleştirerek ya da engelleyerek kendi isteklerini ketlemeye çalışır.”
Hüzün, kendi başına müthiş bir deryadır. Hüzünlenemeyen insan gelişmemiş bir insandır. Kendinden kopukluğunun, içindeki öze olan özlemin farkında değildir.
Kendimizi bir tek ulu, görkemli duygunun zevkiyle doldurmanın özlemini çekiyoruz. Ve ah! Oraya koşup arzuladığımız yere ulaşınca, gittiğimiz yerin daha önce bulunduğumuz yerden hiçbir farkı olmadığını görürüz. Kendimizi aynı yoksul ve aciz durumda buluruz.
İnsanların olmamızı istediği kişi değiliz. Olmaya karar verdiğimiz kişiyiz. Suçu başkalarına atmak çok kolaydır. Ömrünü başkalarını suçlayarak geçirebilirsin, ama başarılarının da tökezlemelerinin de tek sorumlusu sensin. Zamanı durdurmaya uğraşsan da boşa kürek çekersin.
Kimse kendi toprağında peygamber olmaz. Kimse yanı başındaki güzelliğin hakkını vermez, uzaktan gelen hep kıymete biner.
Fakat, bazen kendimize yabancılaşmaya ihtiyaç duyarız.
İşte o zaman ruhumuzda saklı olan ışık, görülmesi gereken neyse onun üzerine düşer
Zaman dediğin bir tören sunucusudur zaten, hepimiz onun buyruklarına göre hareket eder, onun gösterdiği yerde dururuz, en büyük hatamız da onun ardından işler çevirebileceğimizi sanmaktır.
Artık insanların Gılgamış’ı , Enkidu’su , Hera’sı, Afrodit’i yok, onların yerine hip hop, futbol, müzik ve sinema tanrıçaları var. Tanrılar ve tanrıçalar gibi onların aşk, evlenme, boşanma, kavga, kıskançlık, cinayet maceralarını izliyorlar.