Kitabı okuyanların anlayacağı bir kısmı alıntılamak istiyorum. Tam bu kısım beni çok çarptı.
“Siz kimsiniz?" diye bağırdı Drogo, karşılık olarak.
“Teğmen Moro!" Drogo'nun aldığı cevap ya da duyduğu isim bundan ibaretti.
“Teğmen Moro mu?” diye düşündü. Kalede buna benzer adı olan hiç kimse yoktu. Herhalde göreve başlamak üzere gelen yeni bir subay olmalıydı.
İşte o zaman, kaleye ilk gidişinde tam da burada Yüzbașı Ortiz'le karşılaşmasının, dost bir insanla konuşmak için içinde büyüyen sıkıntılı isteğin ve nehir yatağının öbür yanıyla arasında geçen o sıkıntılı konuşmanın anısı, ruhunu acıyla titreterek benliğini sarstı.
“Tıpkı o gün olduğu gibi,” diye düşündü, tek fark rollerin değişmiş olması ve artık yüzüncü kez Bastiani Kalesi'ne çıkan yaşlı yüzbaşının kendisi, yeni teğmenin de yabancı bir Moro olmasıydı. Drogo, bu arada koskoca bir kuşağın geçtiğini, artık kendi yaşamının doruğunu geride bıraktığını, artık, o uzak Eylül gününde Ortiz'in içlerinde bulunduğunu düşündüğü ihtiyarların tarafına geçtiğini anladı. Ve kırk yaşını geride bırakmış ve hiçbir iyi şey yapmamış olarak, çocuksuz, yaşamda gerçekten tek başına olan Giovanni, çevresine, kendi yazgısının düşüşe geçtiğini görerek, korkuyla bakıyordu.
Tam şu bölümde bir 'ah' dedim içimden. Bazı anlar vardır. Bazı anlar vardı ki gelen aydınlanma için seneler geçmesi gerekir, belki bile bile feda edilmesi. Ama yine o anlar vardır ki aydınlanma gelse de artık çok geç olduğunu bilirsin.