Ölelim Dîlba...
Yaşayamadıklarımız için
Yaşını unutan kalemimiz için
Dudaklarını büken düşlerimiz için
Sütten kesilmiş öpüşlerimiz için ölelim.
Ölüm hangimizi daha çok sevecek Dîlba
Senin anne olma hayalini mi
Benim annesiz kalışımımı mı sevecek en çok?
Gözlerini kapatmadan önce
Ne olur avuçlarına bak
Orada sana gülen binlerce sen var
Geleceğe ya da geçmişe, düşüncelerin özgür olduğu, insanların birbirlerinden farklı olduğu, ama yalnız yaşamadığı bir zamana, gerçeğin var olduğu ve yapılmış bir şeyin yok edilemeyeceği bir zamana: Tekdüzelik çağından, yalnızlık çağından, Büyük Birader çağından, çiftdüşün çağından selâmlar! Artık bir ölüyüm, diye düşündü. İşte şimdi, düşüncelerini biçimlendirmiş ve belirleyici bir adım atmayı başarabilmişti. Her eylemin sonucu, o eylemin içindedir. Yazmayı sürdürdü: Düşünce suçu ölüm tehlikesi yaratmaz, düşünce suçunun kendisi ölümdür.
Zaman her şeyi hallediyor, diye düşünüyordu. Beni hor görenler zamanla ayıklandı; benden üstün olduklarını düşündüğüm insanlar zamanla yere vuruldu. Nasıl olacak yarabbim? O gün gelince ne yapacağım? diye titredim ve böyle anlar da gelip geçti. Küçük zamanlar birikti, büyük şeyleri ezip geçti. Bu baskılara, bu sertliğe dayanamam, diyordum; zamanla her şey yumuşadı. Düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemletiyor o kadar. Şiddet değil, süreklilik insanı yıkıyor. İnsanlarımız da sabretmesini bilemediler. Onlara o kadar söyledim, bırakın bu akıl dışı aceleciliği diye.
Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı.
Büyük bir ansiklopedi olmalı: Yüzlerce ciltlik bir eser, uçsuz bucaksız bir kitap dizisi. Her şehirde, belirli merkezlerde bir bina, bu kitaplara ayrılmış sadece. O zaman kimse delirmezdi.
beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh’un resmi değilim, öldükten sonra beni müzeye koyamazsınız, beni tanımalısınız.
Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre,uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık,dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre,’yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,’insanlık öldü mü?’ ya da ‘insanlık ölür mü?’
Ben bir aziz değilim, hele gündüz değilim
Attığı her adımda siyah bir iz bırakan
Bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi
Bir yanında kederi özümleyen bir lâle
Merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim
Bırak da, böyle bitsin bu günahkâr serüven
Bırak da kurtarayım bu emânet sarayı
Yeter, intiharınla oyduğun yüreğimi
Umutsuz şarkılarla avutulduğum
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok.Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size: Nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.Kelimeler... Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.