Âşık olan ve mutlu bir birleşme durumu yaşayan bir insan kendi benliğini düşünmez çünkü sorgulayan yalnız ben (ve ona eşlik eden yalnızlık kaygısı) biz duygusu içinde eriyip gider. Böylece insan kaygıdan kurtulur ama kendisini de yitirir.
İşte bu nedenle terapistler âşık olmuş hastaları tedavi etmekten hoşlanmazlar. Terapi ile aşktaki birleşme hali birbiriyle uyuşmaz, çünkü terapi süreci, sonuçta iç çatışmalara rehberlik edecek olan sorgulayıcı bir benlik bilincini ve kaygıyı gerektirir.
Gölge, bilinçli ve bilinçdışı zihnin arasındaki eşikte bekler ve rüyalarımızda onunla, kardeş, dost, hayvan, canavar, düşman, rehber olarak karşılaşırız. O, bilinçli benliğimize kabul etmek istemediğimiz ve kabul edemediğimiz her şeydir; içimizdeki, bastırılmış, yadsınmış ya da kullanılmayan tüm özellikler ve eğilimlerdir.
Alexander Chase, klasik psikanalizin çocuğun gelişim dönemlerinden birini dışkılama işlevi üzerinde açıklamış olmasını, "Psikiyatrinin felsefeye en önemli katkısı, tuvaletin ruhun oturağı olduğunu keşfetmiş olmasıdır" sözüyle hafife alabilmiştir.
Freud başlangıçta, psikanalizi fizyolojik bir temel üzerine kurmuş olduğu halde, sonraları bu zemini gereğince vurgulamamış olması bence bir talihsizlik. Eğer başlangıçta dahiyane bir şekilde açıkladığı kateksis kuramını bir kenara itmemiş olsaydı, bugün psikanaliz sulandırılmış yorumlamalara açık olmayacağı gibi, çağdaş fizik ve nörobiyolojiyle kolayca kucaklaşabilecek bir konumda olacaktı. Şahsen, fizyoloji formasyonu olmayanların ya da olduğu halde göz ardı edenlerin psikanaliz kuramını özünden sapmadan yorumlayabileceklerini düşünmüyorum
Hikâyeye göre Âdem ve Havva, Tanrı'nın "göze hoş görünen ve güzel besinler sağlayan çeşit çeşit ağaç yarattığı" Cennet Bahçesi'nde yaşamaktadırlar. Bu muazzam topraklarda bir elleri yağda diğer elleri baldadır. Daha da önemlisi endişe ve suçluluk duygusu hissetmemektedirler: "çıplak olduklarını bilmiyorlardır". Hayatlarının gaspedilmemesi için doğaya karşı sürdürdükleri bir mücadele yoktur, ayrıca ne psikolojik anlamda kendi içlerinde ne de tinsel anlamda Tanrı'yla aralarında bir çatışma vardır. Ancak Tanrı, "iyiyle kötüyü bilmekle Tanrı gibi" olmaması için Âdem'e Bahçe'de bulunan iyiliğin ve kötülüğün bilgisini taşıyan hayat ağacının yasak meyvelerinden yememesini emretmiştir. Âdem ve Havva ağacın meyvesini yediklerinde "gözleri açılır" ve iyilikle kötülüğü bilmelerinin ilk kanıtı endişe ve suçluluk duygusuna kapılmalarıdır. "Çıplak olduklarını" anlarlar ve derken günün serinliğinde bahçede yürüyen Tanrı'nın sesini duyunca ağaçların arasına gizlenirler.
Bu itaatsizlik üzerine Tanrı onları cezalandırır. Kadın kocasına karşı cinsel istek duyacak ve çocuk doğururken acı çekecektir, erkekse çalışma cezasına çarptırılır.
Olumlu açıdan bakılacak olursa bilgi ağacının meyvesini yiyerek doğru ve yanlışı öğrenmek psikolojik ve tinsel bireyin doğuşunu temsil eder. Gerçekten de Hegel insanın "düşüşüne" dair bu efsaneden "yukarıya düşüş" olarak bahsetmiştir.