Ah bu içinde okuma yazma arzusu kalmış, okuyamamanın yaraları kabuk bağlamış insanlarımızın okuma ve okutma arzusu.
Neye benzer?
Sanki aşka benzer.
Sevdiğinin elini bir kez olsun tutamadan geçen gençliğe benzer.
Kitabı, oğlumun öğretmeniyle gerçekleştirdiğimiz ‘Veli Okuma Grubu’ münasebetiyle ikinci defa okudum. İyi ki tekrar okumama bir sebep olmuş. Unuttuğum bazı noktaları hatırlamak ve uygulamak bana iyi geldi.
Kitapta en çok aklımda kalan hususlardan biri, “tanıklık” kavramı. Çocuğun en önemli tanığı ebeveynidir. Bunu bilmek, çocuğumuzun bizi tanık tutmak istediği davranışlarına “hı hııı” deyip geçmemek adına bir farkındalık oluşturacaktır. Diğer husus ise, bireysellik ve ait olma dengesi. Bu denge gözetilmez ve bazı toplumlarda olduğu gibi bireysellik çok fazla ön plana çıkarılırsa, ötekine karşı kendini sorumlu hissetmeyen bir insan tipi ortaya çıkabiliyor. Aksi durumda, aidiyetin çok fazla ön plana çıkarıldığı toplumlarda, “elalem ne der” düşüncesi merkeze alındığı için kendini gerçekleştirememiş, niyetinin saflığını keşfedememiş bir insanla karşılaşabiliyoruz. Burada dengeye vurgu yapılması önemli ve güzeldi. Ne demişti şair; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…”