Uzun bir susulunluktan sonra karım ağlamaktan ıslak ıslak olmuş, kızarık gözlerini bana çevirerek, "Asıl suçunuz ne mi?" Diye sordu. " Söyleyeyim... İyi öğrenim görmüş, görgülü, dürüst, hak gözetir, kural tanıyan bir insansınız. Ancak birlikte bir yere gittiğimizde bu erdemlerinizle insanı boğan, ezen, küçük düşüren, aşağılayan bir hava taşıyorsunuz. Dürüst düşünme tarzınızla bütün dünyadan nefret ediyor gibisiniz, inananlardan nefret ediyorsunuz çünkü bir şeye inanmak size göre az gelişmişlik, kara cahillik belirtisidir. Herhangi bir inanç, bir ülkü taşımıyorlar diye inanmayanlardan nefret ediyorsunuz. Yaşlı insanlı geri kalmışlıkları, tutuculukları; gençleri ise özgür düşünmeleri yüzünden beğenmiyorsunuz. Sizin bakış açınızdan halkın, ülkenin çıkarları en öndedir, ancak her karşınıza çıkandan hırsızmış, soyguncuymuş gibi kuşkulandığınız için halktan da nefret ediyorsunuz. Nefret etmediğiniz kişi yok yeryüzünde.
... Yasal haklarınız olduğu için, ahlâk kurallarını göz önünde bulundurarak bana boşanma izni vermiyorsunuz. Genç, sağlıklı, onuruna düşkün bir kadının ömrünü boşluk içinde, can sıkıntısı, korku içinde geçti... İlk yıllarımda korku duyuyordum, şimdi ise utanıyorum... En iyi yıllarım uçup gitti. Sizinle cebelleşeceğim diye bütün iyi huylarım değişti; sert, kaba, ürkek, kuşkucu bir kadın oldum. Daha başka ne söyleyeyim? Dediklerimden bir şey anlayabildiniz mi? Artık yollarımız ayrıldı, herkes kendi yolunda gitsin..."