Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş...
Cemil Meriç, Türk insanına, Türk düşüncesine verebileceğinin hepsini verebildi mi? Hem evet, hem hayır. Evet, çünkü 38 yaşından itibaren gözleri görmeyen bir insandır o. Okuması yazması mümkün değildir tek başına. Okunanları aklında tutması, ayıklaması, belli sentezlere varması, o makaleleri kitaplaştırması... nasıl güçlü bir hafızaya, nasıl kuvvetli bir iradeye, çalışma, öğrenme ve öğretme azmine dayanır söylemeye gerek var mı? Bu şartlar altında yapabileceğinin azamisini yapmış bir insandır Cemil Meriç.
Harb sonrası rejimleri, nice çavuşlara, nice sokak politikacılarına birer general veya mareşal kıyafetine girerek nice orduların, nice devlet ve milletlerin talihiyle bir oyuncak gibi oynamak fırsatını vermiştir. Hatıra gelebilir ki, Atatürk, biraz da bunlar sırasında görünmekten tiksindiği ve kendi meşru üniformasının şerefini esirgediği için milleti arasında daima bir “ferdi millet” olarak dolaşmayı tercih etmiştir.
Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün, elimde hiç bir maddi kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete bu türk milleti’ne güvenerek işe başladım.
Mana eri bu yolda melul olası değil
Mana duyan gönüller, gergiz ölesi değil
Ten fanidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil
Hararet nardadır sacda değildir,
keramet baştadır tac’da değildir.
her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te Mekke’de hacda değildir.
sakin ol kimsenin gönlünü yıkma,
gerçek erenlerin izinden çıkma.
eğer adam isen ölmezsin korkma
aşığı kurt yemez uc’da değildir...
‘Varoluş, bir yitik cennetin ortaya çıkarılışı davasıdır. Kavgamızın, iç ve dış kavgamızın sebebi budur. Ölümle hayat arasında iki yana da çarpa çarpa dönüşümüz ve bu baş döndürücü hunide kendimiz gibi dünyamızı da döndürüşümüz bunun içindir.’
“Hiçbir iktidar, bu kadar yeter bana demez. Sonsuza kadar genleşen bir doğası vardır. İktidar şeytan olarak kodladığımız, insanlığın lanetidir. Özgürlüğü arzulayanlar ikidarı sınırlamadıkça, iktidar bir tekillik kanserine dönüşür ve tek hücreli bir yıkıma ulaşır”
“Yaşamak zevki nedir bilmez ölümden korkan!
Gür bir imanla damarlarda ateşten bir kan
Birleşip böyle diyorlardı, derin bir sesle,
Yeri fethetmek için gelmiş o fatih nesle.
Böyle bir dersi alan ruha vatan dar görünür;
Daima başka sefer, başka ufuklar görünür.
O nesil duymuş akın zevkini rüzgarda bile;
Bu duyuş varmış akınlardaki atlarda bile.
Bilmemiş var mı geniş yeryüzünün serhaddi,
Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her seddi,
Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına
Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgarına.”
“Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.”
Varlığın sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizim ki perde arkasında dedikodu;
Bir indi mi perde ne sen kalırsın, ne ben...
“Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş;
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş?
Aklın varsa kadehi bırakma elden,
Bu karanlıkta ha ayık kalmışsın ha sarhoş.”
Bir sır daha var, bütün çözdüklerimizden başka,
Bir ışık daha var, gördüğümüz ışıklardan başka,
Hiçbir yaptığınla kifayet etme, geç öteye;
Bir şey daha var, bütün yaptıklarımızdan başka.’’