Sabah öylesine tatlı ve aydınlık ki; ama ben hüzünlüyüm biraz ve içimden tarlalara, kimsenin olmadığı yerlere gitmek geçiyor, insanların her zamanki gibi güzel ve güneşli günü mahvedeceklerini çok iyi öğrendim artık.
Hem düşünürse insanın bu hayatta canını sıkacak ne kadar çok şey var. Şu duvarın arkasına gizlenenler böyle değil mi sanki? Mezarlıkta yalnız başıma korktuğumu biliyorlar ama yine de daha çok korkutmak için ellerinden geleni ardlarına koy muyorlar... Neden?
bir insanın ölmesi nasıl bir şey bilir misiniz? Bedenin kıvranışını, mor tırnakların boşluğu tırmalamasını, gırtlağın hırıl damasını, her hücrenin direnmesini, her parmağın ka kaçınılmaz olana karşı gelmesini ve gözlerin kelimelerle tarif edilmesi olanaksız olan dehşet içinde fal taşı gibi açılmasını hiç gördünüz mü, hiç bunlara şahit oldunuz mu?
İnsanlardan hafızayı çıkartmak gerek. Yoksa kötülük artar. İnsanlar yaşamalı, ölmeli; onların bütün kötülükleri, her türlü saçmalıkları da onlarla birlikte yok olmalı. Başkaları dünyaya gelince kötü hiçbir şey hatırlanmamalı, iyiler hatırlanmalı. Ben de hafızam yüzünden sıkıntı çekiyorum. Yaşlandım, huzur istiyorum. Ama nerde huzur? Huzur unutkanlıkta...
hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa, kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söylenileni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni.