Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanevski

Osmanevski
@Osmanevski
ODTÜ
Ankara
16 okur puanı
Kasım 2022 tarihinde katıldı
Demiri nasıl tavında dövmek gerekiyorsa, çekiç darbelerini nasıl soğutmadan indirmek gerekiyorsa, her kelimeyi de öyle tam zamanında söylemek gerekiyordu. O an geçirince söz soğuyor, katılaşıyor, insanin yüreğine taş gibi oturuyor ve bu ağırlığı kaldırıp atmak hiç de kolay olmuyordu.
Reklam
“istasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: - Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın: - Ahmed'imi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü.”
Var olanı inkâr
(Kalp tam olarak ideal bir pompadır, baßka bir şey değil; sıkışması, daralması teknik bir saçmalıktır. Bütün bu sıkışmalara "aşkın","acımanın" yahut başka bir şeyin sebep olduğunu söylemenin özünde ne denli doğaya aykırı, hastalıklı ve saçma olduğu gayet açıktır)
Sayfa 178Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
...izini bırakıyor sonsuza değin.
...fakat bu ayna soğuruyor, her şey onda izini bırakıyor sonsuza değin. Bir an, soluk bir yüz ve bunlar sizde sonsuza dek sürüyor. Bu sessizlikte düşen bir damla, onu duyuyorsunuz ve sonsuza kadar da...
Eyvah!.. O beni kurtarıp temizletecek derken galiba ben onu kendi ruhumun korkunç dünyasına çekeceğim...
Sayfa 143Kitabı okudu
Reklam
İnsanlar açık görüşlü ve alaycı olmamızı istemiyorlar. “Bu sizin iyi olmadığınızı gösterir,” diyorlar. Ben arada bir ilişki göremiyorum
Hayır, gerçek olmaktır önemli olan ... ... Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçlis olmak.
Yolculuk, benliğimizdeki bir tür iç “dekor”u yıkar. Hile yapmak, yani büro ve şantiye saatlerinin (bizi sert bir biçimde ayaklandıran, ama yalnız olmanın acısından da çok iyi koruyan bu saatlerin) ardına gizlenmek olanaklı değildir artık. Bu yüzden kahramanlarımın “Bürodaki saatlerim olmasaydı halim ne olurdu?” ya da “Karım öldü, ama, bereket versin ki, tamamlanacak bir sürü evrak var yarına,” diye konuşacakları romanlar yazmak gelir hep içimden
Yaşıyor muyum yoksa, anımsıyor muyum bilmiyorum artık.
Bende bir yaratılış sakatlığı gibi olan şu derin ilgisizlik...