Stefan Zweig’in açık ara en etkilendiğim kitabı. Alıntılarım dışında çok fazla altı çizilecek cümleyle dolu. Zweig seferlere tavsiye ederim, çok değerli bir eser.
Savaş öncesi dönemde Viyana’dan bahsederek başlıyor. Orada kültüre verilen önemi, bu kültür seviyesinin ne kadar ileri olduğunu anlatıyor. Oradaki eğitim sisteminden bahsediyor. Sistemin bizimkine ne kadar benzediğini görüyoruz. Zweig ve arkadaşları bu eğitim sisteminin zayıflığından kendini kurtarıyor ve dehşet bir merakla, tutkuyla kitaplara ve dergilere yönelip kendilerini geliştiriyorlar. (Kendi lise yıllarımda ne kadar az okuduğumu hatırlattı maalesef).
Lise bitiyor, yazar üniversiteye başlayıp farklı ülkelerde yaşamını sürdürerek yazar kimliğini geliştiriyor, çok değerli sanatçılarla bir araya geliyor. Kendi başlangıç serüvenini anlatırken aslında genç sanatçı adaylarına öğütler veriyor.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarını ve bu sürelerdeki bütün Avrupa ülkelerinde yaşadıklarını anlatıyor. Bu iki savaş arasında ulusların tavırların ne kadar değiştiğinden, savaş karşıtı paylaşımlar yaptığında hainlikle suçlandığından bahsediyor. Çok uluslu bir vatandaş veya ulussuz, yersiz yurtsuz kalarak yaşadıklarını, eserleri yasaklandığında, yok edilmeye çalışıldığında yaşadığı hüsranı anlatıyor.
Maalesef ki 1942 yılında bütün bu yaşananlara dayanamayarak eşiyle birlikte intihar ediyor. Bu psikolojisini yansıttığını düşündüğüm son bir alıntıyla kapatıyorum:
“Kendi ölümümden daha çok korktuğum şey, herkesin herkesle savaşmasıydı ve bu savaş şimdi ikinci kez başlamıştı.”