Ecem Sinemis ÜKE

Ecem Sinemis ÜKE
@Sinecemis
Kendi hikâyemden sıkıldıkça kitapların gölgesinde soluklanıyorum.
Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur.
Reklam
Annem, babamın yanında namazını kılarken bir ara babamın sesinin çıkmadığını fark eder: "Selam verdim... Mevlüt, Mevlüt dedim. Cevap vermedi. Yanına vardım. El­lerini tuttum, soğuktu. Olsun dedim, her zaman soğuk olur zaten... Ama ağzını yummuş. Nefes de yok. O zaman anla­dım. Sonra senin mantı yediğin aklıma geldi. Bakıcı kızı ça­ğırdım kapıdan. Abine haber verme dedim. Mantısını yesin, sonra söylersiniz. O baba delisidir, koşar gelir, yemeği ya­rım kalır."
Dedemden öğrendiğim, "insan olmak" kendi mutlu oldu­ğun şeyleri yanındakilere de iletmektir. İnsan, kendinde ol­masını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şid­dette isteyebiliyorsa "insanım" diyebiliyor.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. İstesek de isteme­sek de.
Lisede edebiyat öğretmenimiz Zafer Bey, kompozisyon derslerinde özlü sözler yazdırırdı. Okul birincisiydim ama en arka sıradaki haytalarla otururdum. Boş derslerde arka­daki dereye inip Ferdi Tayfur dinleyerek, gizlice votka iç­mek için. Derdim, bir türlü açılamadığım o yeşil gözlü kız. Zafer Hoca, en arka sıraya, yanıma gelir, cebinden çıkardı­ğı esans şişesinden avucuna damlatıp bir an koklar ve de­vam ederdi: "Karasevda demek, siyah bir mühür demektir. Sevdaya düşenlerin kalbinde mutlaka o mühür vardır." Onlarca otopsi yaptım. Bir o kadarına da katıldım. Neş­ter kalbe her uzandığında gözüm o mührü arardı. Zafer Ho­ca'nın dediği doğru muydu acaba? Siyah bir mühür mü var­dı kalbimizde?
Reklam
Arkadaşlarımın çoğu ka­çak. Yuvasız kuşlar gibi olmuşuz. "Biri kara tahtaya taş sözcüğünü yazmış ve avludaki tüm kuşlar havalanmış," sanki.
"Nereyi seversen orası senin dünyandır"
"Bana şehirdeki en değerli iki şeyi getir," dedi Tanrı, meleklerinden birine; melek de ona kurşun kalbi ve ölü kuşu getirdi.
- Paşam, söyler misiniz, bu harbe niçin girdik? Ve üç dört yıl içinde bunalttığı bir nefesi boşaltmış gibi ohlayarak bekledi. İşte cevap: - Aylık vermek için! Ve ilave etti: - Hazine tam takırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeliydik.
Sayfa 111Kitabı okudu
İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: - Benim Ahmet'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmet'i? Yüzbin Ahmet'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmet'ini buz mu, kum mu, su mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmet'ini görsen, ona da soracaksın: - Ahmet'imi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmet'ini görmedik. Fakat Ahmet'in, her şeyi gördü. En alasından cehennemi gördü.
Sayfa 110Kitabı okudu
Reklam
Zeytindağı'nın çamları arasından, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan Lut çukuru, şimdi bütün imparatorluğu, içine çeken bir mezar gibi, genişleyip derinleşiyor.
Sayfa 109Kitabı okudu
Paris'te her şey unutulmak için eğer on beş gün yeterse, Şark'ta bu, on beş saat bile değildir. Şark'ta ölmemeye bakmalı...
Osmanlı İmparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.
1913'te bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.
Kendisini insanların aç gözlü görünmemek için tepside bıraktıkları son ceviz soslu biber dolması kadar yalnız hissettiği günler ne kadar gerilerde kalmıştı! Tita düşünmeden edemiyordu: Güzel alışkanlıklar giderek unutulduğu için mi, yoksa biberler gerçekten çok nefis oldukları için mi tepside hiç dolma kalmamıştı?
Sayfa 177Kitabı okudu
332 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.