Her gün dünyaya açık ol, düşünmeye hazır ol; söyleneni sadece söylendiği için kabul etmeye hazır olma, okuduğunu yeniden okumaya eğilimli ol. Her gün sorgula, sor ve kuşku duy. Sanırım en gerekli olanı kuşku duymaktır.
Savaşın içinde olan Tebriz’li bir sokak çocuğunun yuvasız ve sevgisiz büyümesi. Kırmızı bir balığa aşık olup farkında olmadan kendisini balıkla özdeşleştirmesi.
Kendimizi biz yaratmadık, kendimizden üstün olamayız. Bizler kendimizin efendileri değiliz. Biz Tanrı’ ya aitiz. Öyleyse meseleye kendi mutluluğumuzun penceresinden bakamaz mıyız?
Yaşlılığın bir hastalık olduğu, korkunç bir hastalık olduğu düşünceleri. Yaşları ilerledikçe insanları dine yönelten şeyin ölüm ve ölümden sonraki şeylerin korkusu olduğunu söylerler. Fakat kendi deneyimim beni şu inanca yöneltti: Böyle korku ve düşüncelerden apayrı olarak, dini duygular biz yaşlandıkça gelişme eğilimi gösterirler, çünkü ihtiraslarımız ateşini yitirdikçe, hayal güçlerimiz ve duygularımız köreldikçe aklımız daha rahat işler hale gelir, bir zamanlar aklımızı çalan imgeler, arzular ve heveslerden arındıkça Tanrı, gizlendiği bulutların arkasından görünür, ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu varlığı hisseder, görür ve ona yönelir, bu yöneliş doğal ve kaçınılmazdır.
Bugün kendi kendime diyorum ki, eğer dünyadaki bütün insanlar, o gün bizim köyde olduğu gibi hep iyi şeyler düşünseydiler, çocuklarını, kardeşlerini, babalarını, eşlerini bizim kadar çok sevseydiler, belki savaş hiç başlamazdı.