Uzun zamandır böyle heyecan ve merak uyandırıcı bir polisiye okumamıştım. Gurney nasıl bir adam böyle. Öyle incelikle yaratılmış bir karakter ki sanki gerçekten karşımda. Ve karısı Madeline... Hisleri ve zekasıyla, başarılı bir erkeğin yanındaki güçlü güçlü kadın. Gurney işine aşık bir adam. Karısı da bunu kabullenmek zorunda kalan, kalbi ve umudu kırık bir kadın.
Kitabın ana konusu çocuklukta
yaşanan travmaların insanların geleceğine olan etkisi. Zeki ve acımasız seri katilimiz, babasının yaşattıklarını, kurbanlarına yansıtarak intikamını almaya çalışıyor. Gurney’in katili ararken izlediği yol, tecrübelerini ve aklını kullanış şekli muhteşem. Finali bir film sahnesi izler gibiydi.
Sonuna kadar keyifle okudum.
Şimdiye kadar tasavvur ettiğim dünya, güç ve anlamını kaybetmişti, onun yerine gecenin karanlığı hüküm sürüyordu, çünkü bana geceye bakıp onu sevmemi öğretmemişlerdi.
İlk darbede yere çakılma oğlum,
İlk imtihanda sınıfta kalma!
Ve asla,
Ama asla!
Araya umutsuzluğu sokma.
Orasıdır kadının şah damarı, umudu.
Kesildiği an, vazgeçer kadın;
Sevmekten,
Beklemekten,
Özlemekten,
Hatta dua etmekten...
Fakat Yüce Tanrım sabretmek yarattığın biz kulların için ne kadar da zor, çünkü yanan yüreği canlı bedenimize Sen koydun ve yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğu bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yere Sen yerleştirdin.
Kalp açgözlüydü. Lady bunu biliyordu. Çünkü onun da öyle bir kalbi vardı. Bazen sövdüğü, bazen sahip olduğu için kendini şanslı saydığı, onu kimi zaman refahlaştırırken kimi zaman her şeyden mahrum bırakan bir kalp. Fakat göğsünde atan da aynı kalp değil miydi? Onu değiştiremez, durduramazdı. Tek bildiği peşinden gitmekti.