Astlarını kollamak için Kumandan'la bile sert tartışmalara girdiği için, "Kral adam" denilen çavuşun adı da bu olmuştu. Kumandan ile arasındaki fark, diyapazonun saf ve kusursuz, ama karakterden yoksun tonu ile, aynı sesi armonikleri ile veren bir çalgının tınısı arasındaki gibiydi. Mektepli Kumandan matbaada basılmış bir kutsal kitap kadar sabit, alaylı Kral ise üstünde hesaplar yapılan bir karatahta kadar değişken ve her an yeniydi ve belki Ademoğlunun, olmayana ergi ile ere ere ermiş olmuş haliydi. Sanki biri ıstampa, diğeri kalemdi.
Sol taraftaki taş bina onu nedense ürpertti. Bu duygusu geçer geçmez gökyüzüne bir baktı. Şu ayaltı aleminde, ölmüş, yaşayan ve henüz doğmamış ne kadar insan varsa, göklerde o kadar yıldız ve bir o kadar da keder vardı. Müneccimlerce gök kubbenin sultanı bellenmiş Şems çoktan batmış, ancak onun veziri sayılan Kamer hala doğmamıştı. Havva anamızın Kabil ve Habil'i emzirdiği süt kadar beyaz ve parlak Samanyolu, bir uçtan diğer uca kadar uzanıyordu. Şems'in düşmanı olan Utarid'in ardından, savaş ve öfkenin timsali Merih de battığından olsa gerek, göklere barış ve huzur hakimdi. Buna rağmen yıldızların hiçbiri yörüngelerini terk edip göklerin düzenini bozamadı. Çünkü Ülker'i kovalayan ve yedi yıldızdan ibaret Cebbar batarken, ölçü ve dengeyi temsil eden Terazi takım yıldızı artık doğmuştu. Hayalperestliğin timsali Seratan'a bakan Eflatun, Büyükayı, Ejderha ve Küçükayı'dan sonra Kutup Yıldızı'nı gördü. Gökyüzü bu yıldızın etrafında dönüyordu ve giderek, sanki daha da hızlı dönmeye başladı. Karanlık gece ve parlak yıldızlardan oluşan girdap, Eflatun'u Kutb'a doğru çekiyordu. Delikanlı yokuş yukarı elli adam kadar yürümüştü ki, yolun sağ tarafında, açık bırakılmış kapısından ölgün bir ışığın sızdığı o binayı fark etti.