Ne zaman seninle bir gezi düşlesem,
Hep arkana bakman var ya vuruyor sekte.
Hâlbuki vakit dar, menzilse çok uzak,
Ne umutlar yitecek daha ilk tümsekte.
Yağmurla arıtmak isterim gecenin karasını,
Yağmur ki namluya sürülen en son fişekte.
Sende gayret eksik, bende cebîr gücü,
En güzel yanımız çürüyor bir ot döşekte.
Olumsuzluk, güneş gibi oturmuş tepemize,
Ayrılıklar sürekli diş bilemekte.
Sofrada, seyranda kuşkulu kanat sesleri,
Bir yandan dürtmekte, bir yandan gülümsemekte.
Yana yana çekilmiş hiç resmimiz yok,
Sen hasada girmişsin, benim tarlam göcekte…
/
Ağlama, gözleri kızarmış çocuk!
Tek damla yaşın düşmesin yere.
Bak, tek güzelliğimiz yokluk,
Sana bir öğüt; ağlama boş yere.
Ne olursa olsun hiçbir şey değmez,
Senin bir damla gözyaşına.
Ağlayana kimse boyun eğmez.
Kimse bakmaz kimsenin yaşına.
Ne kadar kötülük, pislik varsa;
Sen herşeyi tertemiz öğren.
Eğer yüzüne gözyaşı yağarsa;
Seni garip sanır her gören.
Ağlama sakın çocuk, ağlama!
Korkmayana zarar gelmez, bunu bil.
Sevgini hep söyle, sakın saklama.
Aklından korkuyu, gözünden yaşı sil.
/
Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda
"İçimizde kıpırdanırken İstanbul"
Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu
Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde
Güneş sanki günahımızdı üstümüzde.
Sonra bu güvercinler niye varlar
Bir anıyı yaşatmak için mi
Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere
Avuç içlerinde camilerin.
/