Biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık.
Kendime gelerek, deneyimlediğim şeyin anlamını tam olarak kavradım: Başkalarının bana tavrı benim tutumumla koşullanıyordu… Onların tepkilerine yol açan bendim.
Adaletsizlik özellikle bir çocuğun anne babasından aldığı sevgi ve eğitime yöneliktir; gerçekten de, çocuğun gelecekteki mutluluğuna onlar katkıda bulunacaktır. Tamam, yoksun durumda olanlar vardır. Ama bunun toplumsal çevreyle alakası yoktur. İnsan zengin diye çocuklarına sevgi vermeyi ve onları eğitmek için otoritenin dozunu ayarlamayı bilmez! Etrafına bak!
Farkettim ki insan çoğu şeyle mücadele edebilir, ama seveceği kişiye asla kendi karar veremez. Kalbin seçtiği kişiyi, istese de değiştiremez. Korkarım, bu hayatımda yaşadığım en büyük felaket olacak.
Şimdi gerçek olan tek şey elimin altında hissettiğim şu gövdem ve içimdeki yakıcı sancı, içindeki can acısı… Diğer her şey ahmaklık… Hiçbir anlamı yok artık… Çünkü bu acı, benden başka kimsenin canını acıtmıyor…
Kader her zaman, bir insanın bedenine dıştan dokunmadan çok önce zihninde de, bedeninde de, içten içe yönetimi ele almış olur. Kendinde olup biteni fark etmek demek, artık kendini savunmaya geçmek demektir ve çoğunlukla boşa giden bir çabadır bu.
Ne tuhaftır ki, ticaret gemilerinin ambarlarındaki sıçanların sırtlarında Çin'den Venedik'e ölüm salgını getiren, nüfusun yabancı lüks eşyaları tutkusu olmuştur. Çin’in nüfusunun üçte ikisini yok eden salgın, Avrupa’ya gelmiş ve hızla nüfusun üçte birini öldürmüştü.