Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu...Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya, başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu.
...suçların ve günahların sırrı, bu ülkede hâlâ bir sis bulutunun arkasında gizli kalmaktadır. Cezalar ise karanlık bir gecede parlak kılıçların ortaya çıkışı gibi insanların gözleri önündedir.
İkide bir, “Ya aramadıkları bir şeyi bulurlarsa” diye iç geçiriyorum. Ya niyetlenmedikleri, hatta fikrinden
bile çok korktukları bir ışımaya neden olursa itişmeleri?
Ya kapalı kapılar ardında yürüttükleri pazarlıklarda belki bir dil sürçmesi sonucu, belki havaların da kışkırttığı bir huysuzluk haliyle gözlerimizin önüne fırlayıp burada
Burada gaddarlık, orada boyun eğiş. Hangisi hangisini doğuruyor? Gaddarlık yalnızca alçak yerlerde büyümeyen güçlü bir ağaç mı? Yoksa dikenlerden başka hiçbir bitkinin yeşermediği çorak bir tarla mı?