Bugünlerde kendimi hiç iyi hissetmiyorum.
Bir yanım cancağızım Tarık AKAN'ın hüznüyle kavruluyorken öbür yanım ise taptaze bir Ahmet ERHAN'ımın şiiri!
Ne yapacağımı hiç bilmiyorum Turgut Abi..
Şehrin loş ışıkları ve pasif insanları taşlı yapılar arasında üzerime üzerime geliyorlar karlı bir gecede. Oysa hani geceler şairin şiir sırdaşıydı be
Dışarda bardaktan boşanırcasına yağan yağmur sevgili Livaneli'nin sesine karışıyor: "Ah benim sevdalı başım, ah benim şair telaşım..."* bir yandan da bir bulut gelip yüreğime oturuveriyor. Sevda bulutu mu dersiniz?
Bize dayanma gücü verenlerdir masallar. Ben hep bir masala sarılmak isterim. Masallar güzelleştirmiyor mu dünyamızı? Ruhumuzu da? Nilgün Marmara'ya bırakıyorum sözü:
"Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?"
Sahi en son ne zaman izin verdiniz bir kuşun yüreğinize dokunmasına? Ya da bir tavşanın? Belki bir bulutun? Ya da hiç izin verdiniz mi?
'Açın pencereyi, gök dolabilir içeri'. Yüreğinizin kapılarını da açın sonuna kadar. Herkese yer var orada. Korkmayın.
Sevgili kitap kardeşim Özge; teşekkür ederim yüreğimi açmama vesile olduğun için. O açılan kapıdan içeri giren ilk kişi de sensin, unutma :)
*youtu.be/4fydmf3YrXs
Hayal meyal hatırlarım. Tünellerden geçip kuytu bir yerlere amcamın bir ahbabını ziyarete gitmişiz. Taş duvarlarla kaplı kasvetli boğuk bir odadaydık. Odada dikkatimi çeken tek şey duvarda asılı bir fotoğraftı. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Ben nasıl dikkatli bakmışsam artık "o adam benim babamdır tanıyor musun?" dedi birisi. Korkup