Yalancılık ilk yalandan, dalkavukluk ilk etek öpmeden, iradesizlik ilk zaaftan başlar ve tekrarlandıkça bu hareketler otomatikleşir ve nihayet mukavemeti güç ruhi bir temayül ve hususiyet halini alır.
Spor, organik mekanizma vasıtasıyla ruh ve karakter üzerinde çok müessir bir rol oynayan mühim bir ruhi terbiye usulüdür.
Reklam
Her insan, kendine mahsus manevi yapısı ve ruhi hususiyetleri ile bir başka alem ve bir psikolojik benlik yahut “şahsiyet” teşkil eder.
Muzemmil suresi
"Ahiret nimetleri ve azabı,hem ruhi,hem de tabiki ahirete has keyfiyetiylefiziki olacaktır.gerek cennet gerekse cehennem ehli, dünyadaki inanç ve davranışlarının neticesini ahirette görecek,bir başka ifadeyle,kokulardan, manalardan bile varlıklar yaratan Allah,insanların dünyadaki inanç ve davranışlarından onların ahiretini yaratacaktır.kaldi ki nefsin olduğu yerde sadece ruhi veya manevi haz veya izdiraptan bahsedilemez.esasen dünyada da ızdırap çeken veya zevk alan bedenin kendisi değildir.cunku et, kemik,kan,sinir yığını olan beden bizatihi şuurlu değildir ki zevk ve ızdırap duysun.beden bir araçtır ve Allah, dünyada ruha,nefse hizmet eden bedeni ahirette de oraya has keyfiyette , oranın maddesinden inşa edecektir ve dolayısıyla ahiret hayatı, yine beden, nefis ve ruh tarafından müştereken yaşanacaktır."
Sayfa 2032Kitabı okuyor
Gönül ister ki, mekteplerimiz, ilkinden yüksek tahsilin sonuna kadar, derece derece gençlere öğrenme ve yetişme yolunda emniyetle yürümenin usûlünü öğretsin; çalışıp muvaffak olmanın sırrını göstersin. Mektep bilgi imal eden (üreten) bir fabrika hâlinde çalışmasın ve gençlerin yalnız zekâları üzerinde kalmasın, irâdeleri üzerinde de dursun ve onların rûhî terbiyelerini yapsın, çünkü insanın kıymet ve kuvveti, bilgısının genişliğinde olmaktan çok, benliğine sahip ve irâdesine hâkim olabilmesinde; iyi huylarında ve ruhi terbiyesindedir. İrâde ve ruh terbiyesi ise, ayrı bir iştir. Bu, ders ve kitap okuyup ezberlemekle elde edilmez. Bununla beraber, herkes biliyor ki, haddini aşkın sınıf mevcûdu ile dolup taşan mekteplerimizin hiç meşgul olmadığı işlerden biri budur.
Düşun ki, zanaate giren bir çocuk bir usta yanında ve onun daima gözü altında çalışır. Öğrenmiş ve yetişmiş bir adamın nasıl çalışıp iş görduğünü, el mahâretiyle (becerisiyle) kol kuvvetinin zekâ ve irâde emrinde nasıl birleşip iş başardığını gözleri ile görür. İş çıkarmanın ve verimli çalışıp muvaffak olmanın (başarmanın) zevkini tadar. Ustasından çalışmanın usûlünu ve güçlükleri yenmenın kolaylığını öğrenir. Hatta genç yaşının îcâbı olarak, geçırdiği rühî buhran anlarında ustayı daima yanı başında, mânevî bir kuvvet ve destek olarak bulur. Fikrî çalışma çırakları ise, bu faydalardan ve böyle bir mânevi destekten mahrumdur (yoksundur). Bunlar, zanaatta usta yerini tutması lazım gelen, hocaları ile omuz omuza beraber çalışmazlar. Hocanın nasıl çalıştığını görmezler bile, hoca ile yalnız yoklamalarda ve nihâyet, imtihan masasında başbaşa kalırlar. Ve o zaman ise, hocaları sorduğu şeylere cevap alamayınca, onlara sadece "çalışmamışsın" yahut "öğrenmemişşin" der ve geçer. Fakat nasıl çalışmak lâzım geldiğini ve öğrenmenin usûlünün ne olduğunu bu tecrübesiz çıraklar kendilerini düşünüp keşfetmeye ve muhtaç oldukları mânevî desteği kendilerinde arayıp bulmaya mecburdurlar.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.