Sahip olduğumuz hayata ne kadar başarı ya da başarısızlık, öfke ya da sevinç, mutluluk ya da üzüntü, aşk ya da nefret, istek ve çaresizlik, tutku ya da hırs, acı ya da hissizlik...yer veririz. İsteklerimiz her zaman arzu ettiğimiz mi yoksa olması gerekenlere mi bir yol açıyor. Ya da istediklerimizi yaşamak için ne kadar cesaretli olabiliyoruz. Yoksa yenilgileri kabul mu ediyoruz. Koca bir ömre sahi neyi ne kadar sığdırabiliyoruz. Bir üzüntü anında hiç geçmeyecek gibi bütün bir ömre küfürler lanetler okurken bir başarı ya da ayakları yerden kesen bir aşkı yaşarken hayatın türlü renklerini keşfetmiyor muyuz? Sahi kaç hayat yaşıyoruz, yoksa her biri geriye dönüp baktığımızda içine bir çok yaşantıyı sığdırdırdığımız koca bir yükün, son demlerinde üzerimize yığılıp kalan ve altından kalkamadığız anılar yığınına mı dönüyor?
William Stoner, çiftçi ailesinden ayrılıp çiftçiliği daha iyi öğrenmek için geldiği üniversite de hoca olmayı istediği için hayatının dümenini ele almaya çalışan ama her zaman istediği manevrayı yapamayan koca bir ömrün 227 sayfaya sıkıştırılmış hâli. Hayatı yaşamak ve seyircisi olmak arasında bocalayan benim için Martin Eden'den sonra unutulmaz bir karakter olacak.