Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Olmadığım biçimlerde değerlendirilmek istiyorum; değerli olmaktan daha fazlasını istiyorum. Eski ismimi tekrarlıyorum, bir zamanlar yapabildiklerimi, başkalarının beni nasıl gördüğünü anımsatıyorum kendime.
Her sabah yarısı okunmamış bir kitabın intikamını anımsatıyorum.
Sayfa 86 - İzdiham yayınları
Reklam
Duvarlar gerisinde en çok kendimiz olmuyor muyuz. En çok duvarlar arasında direnmiyor, en çok duvarlar ardında duymuyor muyuz. Duvarlar ardında bu doyumsuz yaşamdan soluklar alarak ve alamayarak ayrılmayacak mıyız. Ona gene bir şiiri anımsatıyorum. "Do not go gentle into that good night."
"Tekrar anımsatıyorum, koşulumu unutmayacaksınız. Ne olur, lütfen şimdi söyleyeceğimi yapın, size bütün içtenliğimle bildiririm: Sakın bana aşık olmayın. İnanın bana, böyle bir şey mümkün değil. Dostluğa gelince, hazırım; işte elimi uzatıyorum... Ama sevmek olmaz, asla olmaz! "
Ona gene bir şiiri anımsatıyorum. “Do not go gentle into that good night.”
Onu sıkmamam, elimde tutmak istiyorsam özgür olmasına izin vermem gerektiğini kendime anımsatıyorum.
Sayfa 74 - Sel
Reklam
Anımsatıyorum
Adalet Ağaoğlu’yla Selim İleri de insana “duyumsal nesne” olarak bakıyor. İkisi de “ insanların verili toplumsal bağlamları içinde, mevcut yaşam koşulları içinde ele” almıyor. Buraya kadar Feuerbach’çı diyebiliriz iki yazara da. Ama bir noktada ayrılıyorlar Feuerbach’tan. Feuerbach, “ Bu türü yaratan, onu insan yapan şey nedir “ diye sorar. Gerçekten de insanı insan yapan nedir. Feurerbach şöyle yanıtlar bunu. “ İnsan, düşünmek, sevmek ve istemek için vardır. Mantıklı olmanın amacı nedir? Mantık sevmenin, sevmek istemenin, isteme özgürlüğün. “ İnsanın varoluşudur bunlar, Feuerbach’a göre. Hem Adalet Ağaoğlu, hem de Selim İleri şu noktada ayrılıyor düşünürümüzden. İkisi de insanı sevmiyor. İnsanın sevme özgürlüğü yok ikisinden de. Ama insanı anlatırken Feuerbach’çı oluyorlar. İki yazar da şu toplumda yaşayan insanı anlatmamış. Bu toplumda yaşayan insanın karamsarlığını, umutsuzluğunu, sevincini, umudunu, etkinliğini, edilginliği dillendirmemişler. İkisi de psikolojizm yapmış. Psikolojizm, küçük burjuva bilincinin tipik bakışıdır. Her şey onun öznel dünyasında gerçekleşir. Ama bu gerçekleşmenin nesnel bir dünyayla hiçbir ilişkisi yoktur.
Anımsatıyorum
Doğru bellediğim bir düşünceyi inak durumuna hiç getirmedim. (....) Peki, n’apıyorum. Diyelim, bir düşünceyi doğru belledim. Tamam, bu düşünce doğrudur diye bir yana bırakmam. Sınarım düşüncemi. Olur a, belli bir zamanda veri eksikliğinden, yöntem yanlışından ötürü yanlışı doğru sanmış olabilirim. Buna karşın gözümü kaparsam, işi geçiştirirsem, olguların beni yalanlamasına karşın doğru dersem o düşünceye, bu inak, kör inak olur. İnak hayatı karşılamaz. Bertrand Russell şöyle der. “ İnançlar; (a) varoluşları bakımından zihne bağlıdırlar. (b) doğrulukları bakımından zihne bağlı değillerdir. (....) bir inanç karşılığında bir olgu varsa doğrudur, bir olgu yoksa yanlıştır. “ İnanç ya da kanı düzeyinde kalmamak için olguyla yüz yüze gelmeliyiz. Bunun için sık sık sınamalıyız düşüncelerimizi.
Düşlerinizi Gerçekleştirebilirsiniz
.. her gün kendime yaşamın her anının tadını çıkartmam gerektiğini anımsatıyorum.
'Ben kararsızlığımla Hamlet'i anımsatıyorum .. .' diye düşünüyordu Laevski yolda giderken. 'Shakespeare ne kadar da doğru anlatmış! Ah, ne kadar da doğru!'
115 öğeden 71 ile 80 arasındakiler gösteriliyor.