Ekim 1922'de İzmir Türk Ocağı, İsmet İnönü, Hamdullah Suphi'nin ve bazı milletvekillerinin katıldıkları bir merasimle açılmıştır. İstanbul Türk Ocağı Kasım 1922'de Tanrıöver tarafından Cağaloğlu'ndaki eski binasında açılarak genel merkez görevini üstlenmiştir. Ankara Ocağı 29.12.1922'de fiilen, 23.4.1923'de
Eğer ölürsem Almanyada..
Eğer benim için ağlayan biri varsa baş ucumda Eğer ölürsem buralarda Vasiyetimdir beni götürsünler doğduğum topraklara [Angara] Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar Baş ucumda biten yediverenleri ah aşıklar koklasınlar Yaz henüz gelmişti ben ayrıldığımda Kaç vakit oldu kaç ay kaç yıl kaç asır evimden ayrı A benim ruhumun teri memleketim Dünyayı verseler değişmem çayırındaki bir çiğ tanesine Meğer gurbet dediğin mahpuslukmuş güneşli avlularda yaşanırmış öylesine Dönüşümde ne bulurum bilemem Bildiğim döneceğim ey verilmiş sözüm edilmiş yeminim elbet bir gün döneceğim Yıl kaç olur hangi mevsim bilemem Elimde takvim yapraklarından güller gözümde bir çocuk saçlarımda kar Bunca acıyı boşa çekmez hiç kimse ve bunca ölümden kolay dönülmez bu kadar sevmeyince...
Reklam
Benim en uzak bildiğim şehir Ankara, Sen dünya gezip görmüşsün. Beraber yürüyelim dediğim o yolu, Hem gitmiş bir de dönmüşsün.
Nuri Karahöyüklü o yıllarda şimdiki Birlik Vakfl’nın barındığı medresede Türk Milliyetçiler Derneği adına Türkive’nin maarifi üzerine bir konferans vermişti. Bu konferansta bir tahtaya Türkiye haritası çizerek üzerinde üniversite kurulması lâzım gelen şehirleri işaretlemişti. Bunlar otuz adeddi. Hâlbuki o gün Türkiye’de İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniveristesi ve Ankara Üniversitesi’nden ibâret olmak üzere üç üniversite mevcuddu. Karahöyüklü, Türkiye’nin ihtiyacının en az otuz üniversite olması lâzım geldiğini söylüyor, gerekçelerini sayıp döküyordu. Şâyân-ı hayrettir ki; hatırımda kaldığına göre bugün o üniversitelerden bazıları aynı adla kurulmuş bulunmaktadır. Mesela Konya’da Selçuk Üniversitesi, Edirne’de Mimar Sinan Üniversitesi, Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi onlar arasındadır. O diyordu ki: “-Fukara çocuklarını kendi memleketlerinde az masrafla yüksek tahsil yapmalarını sağlamak gerekir.” Bunu batı üniversitelerinde yetişmiş meşhur fukara çocuklarının ilim sahasında kaydettikleri başarılarla misallendiriyordu. Denilebilir ki; Tükiye’de maarif meseleleri hakkında en doğru ve isabetli görüşleri olan bir insandı. Bunun için O, çok iyi incelediği Japonya’daki sınâî kalkınmayı tafsilâtıyla anlatarak: “-Dininden, dilinden, târihinden, örf ve âdetlerinden fedakârlık yapmadan kalkınmayı gerçekleştirmiş olan Japonya bizim için ciddi bir emsaldir. Bu dediğim yapılırsa Avrupa’ya talebe göndermeye ihtiyaç kalmaz.” Zira Avrupa’da okuyanlar kendi milletine yabancılaşmış olarak ülkemize dönmüşler ve bunlardan çoğu kolaylıkla düşman emellerine âlet olmuşlardır.
Vasiyet -I-
Beni kuzum Datça'ya gömün Geçin Ankara'yı İstanbul'u! Oralar ağzına kadar dolu Alabildiğine de pahalı, Örneğin Zincirlikuyu'da Bir mezar 750 milyona, Burası nispeten ucuzluk Ortada kalma tehlikesi de yok, Hayırdua da istemez, Dediğim gibi beni Datça'ya gömün Şu deniz gören mezarlığın orda, Define diye deşerlerse ama, karışmam ona!
ATSIZ-SABAHATTİN ALİ İLİŞKİLERİ Türk edebiyatının önemli isimlerinden Sabahattin Ali, önceleri dost olduğu Atsız'dan giderek uzaklaşmış, Ankara'da DTCF'de kümelenen Marksist öğretim üyelerinin dümen suyuna girmiştir. Hep Genç Kalacağım başlığıyla neşredilen mektuplarında düşünce dünyasındaki değişmelerin ve ahlaki yapısının izlerini
Reklam
613 öğeden 191 ile 200 arasındakiler gösteriliyor.