Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ortaçağın sonundan 18.yüzyılın sonuna kadar tecavüz esasen bir mala saldırı olarak kabul edildi, çünkü bir kadının bedeni eğer bakireyse babasına, evliyse kocasına, rahibeyse İsa'ya aitti. Evlenme çağındaki bir kız bekaretini kaybettiğinde evlenme piyasasında değeri alabildiğine düşerdi, evli bir kadın tecavüze uğradığında ise kocasının şerefine leke sürülmüş olurdu. Tecavüzle beraber sık sık fiziksel şiddet ve hırsızlıkta olurdu, bunlar genellikle cinsel saldırının kendisinden çok daha fazla adli makamların dikkatini çeker ve daha sertçe cezalandırılırdı.
Sayfa 269
Katolik ve Ortodoks Kilisesi
Libyalı Papaz Arius (256-336) İsa'nın tanrının oğlu olmadığını ve bu nedenle eşit kutsallıkta sayılamayacağını öne sürer. Aryanizm adı verilen bu görüş Hristiyanlıkta ilk sapkınlık olarak değerlendirilir. Aryanizm kısa sürede yayılır. Din adamları arasında büyük bir bölünmeye yol açar. Çökmekte olan imparatorluk bürokrasisine karşılık istikrarı kilisede arayan Konstantinos, bu ayrılığı giderme amacıyla tüm piskoposları 325'te İznik'te imparatorluk sarayında toplar. Bu toplantı ilk ekümenik konseydir. Konstantinos bu toplantıya katılarak ağırlığını koyar. Sonuçta kabul edilen İznik Doktrini'ne göre “Tanrı babadır, İsa onun oğludur.” Bu ilk konseyin ardından altı konsey daha toplanır ama sonunda Hristiyan aleminde birlik sağlanamaz. Roma ve İstanbul piskoposları birbirlerini karşılıklı olarak aforoz ederler. Bu da iki ayrı kilisenin doğmasına neden olur. Batıdaki Hristiyan âlemi Roma’ya ve Papa’ya bağlanır. İstanbul başpiskoposu ise ruhani lider olarak Patrik'i seçer. Patrik doğrudan ilk İznik Doktrini'ne bağlı kalarak Ortodoks sıfatını alır. Roma'daki ise Katolik adını almıştır.
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
Evet nazar-ı gaflet ve dalalette, vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar; canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayatdar bir acib âlem ve mevcud ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbaniye suretinde sinema perdeleri gibi, kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'caz ile ders veren Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan aynı i'cazla, nazar-ı dalalette camid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedanî, bir şehr-i Rahmanî, bir meşher-i sun'-i Rabbanî olarak o camidatı canlandırarak, birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev'-i beşere ve cinn ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'an-ı Azîmüşşan elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevab bulunması ve bütün cinn ve ins toplansa onun mislini getirememesi ve bütün benî-Âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirdlerine kazandırır.
Sayfa 62 - Envar Neşriyat
Mevlidin ortaya çıkış hikâyesi
O yıllarda Şam dolaylarından Arap bir mehdi/Mesih habercisi çıkagelir. Bursa Ulu Camii'nde Bakara Suresinin sonunda geçen "bizim resullerimiz arasında bir fark yoktur" mealindeki ayeti tefsir etmeye başlar. Arap vaizin söyledikleri çok iddialıdır. İlgili ayete dayanarak Efendimiz (s.a.v) ile diğer peygamberler arasında hiçbir fark olmadığını, hatta "babasız doğma" noktasında Hz. İsa efendimizin, Peygamberimizden üstün olduğunu anlatır. Oldukça etkili konuşan bu Arap vaizin konuşmaları, camideki cemaat üzerinde oldukça tesirli olur. O gün, Bursa Ulu Camii'nde bu vaazı dinleyen Süleyman Çelebi'nin canı bu işe çok sıkılır ve "Allah adın zikredelim evvela / vacip oldur cümle işte her kula" beytiyle başlayan muhteşem eserini kaleme almaya başlar. Eser bittiğinde o kadar beğenilir ki, derhal bestelenir ve tüm Osmanlı ülkesinde her vesile ile okunmaya başlar. Zamanla bu okumalar, "Mevlid meclisi" ismini alarak kendi içerisinde başlı başına bir ritüele dönüşür. Bugün dahi Kazan'dan Kerkük'e, Saraybosna'dan Üsküp'e değin İslam coğrafyasının pek çok noktasında bu şahane eser okunmaktadır. Süleyman Çelebi, yazılma gerekçesini de hesaba katarak, eser boyunca bize demektedir ki "behey mehdi/Mesih bekleyen, bu bekleyişle ömür çürüten, bu bekleyişle robotlaşan şaşkın! Kurtuluşa bir vesile mi arıyorsun? O halde kurtuluşunun Hakikat-i Muhammediye"de olduğunu bil. Mehdi/Mesih bekleyeceğine, asıl kurtuluş vesilesi olan Efendimiz (s.a.v)'in eteğine yapış. Kurtuluş mu arıyorsun? Kurtuluş Kuran'dır, kurtuluş sünnete ittiba etmektir."
Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan, aynı i'cazla nazar-ı dalalette camid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedanî, bir şehr-i Rahmanî, bir meşher-i sun'-u Rabbanî olarak o camidatı canlandırarak, birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakiki ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'an-ı Azîmüşşan, elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması ve bütün cin ve ins toplansa onun mislini getirememesi ve bütün benî-Âdem'le ve kâinatla tam yerinde konuşması ve her zaman milyonlar hâfızların kalplerinde zevkle yazılması ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirdlerine kazandırır.
Mevlid'in Çıkış Hikayesi
O yıllarda Şam dolaylarından Arap bir mehdi/Mesih habercisi çıkagelir. Bursa Ulu Camii'nde Bakara Suresinin sonunda geçen "bizim resullerimiz arasında bir fark yoktur" mealindeki ayeti tefsir etmeye başlar. Arap vaizin söyledikleri çok iddialıdır. İlgili ayete dayanarak Efendimiz (s.a.v) ile diğer peygamberler arasında hiçbir fark olmadığını, hatta "babasız doğma" noktasında Hz. İsa efendimizin, Peygamberimizden üstün olduğunu anlatır. Oldukça etkili konuşan bu Arap vaizin konuşmaları, camideki cemaat üzerinde oldukça tesirli olur. O gün, Bursa Ulu Camii'nde bu vaazı dinleyen Süleyman Çelebi'nin canı bu işe çok sıkılır ve "Allah adın zikredelim evvela / vacip oldur cümle işte her kula" beytiyle başlayan muhteşem eserini kaleme almaya başlar. Eser bittiğinde o kadar beğenilir ki, derhal bestelenir ve tüm Osmanlı ülkesinde her vesile ile okunmaya başlar. Zamanla bu okumalar, "Mevlid meclisi" ismini alarak kendi içerisinde başlı başına bir ritüele dönüşür. Bugün dahi Kazan'dan Kerkük'e, Saraybosna'dan Üsküp'e değin İslam coğrafyasının pek çok noktasında bu şahane eser okunmaktadır. Süleyman Çelebi, yazılma gerekçesini de hesaba katarak, eser boyunca bize demektedir ki "behey mehdi/Mesih bekleyen, bu bekleyişle ömür çürüten, bu bekleyişle robotlaşan şaşkın! Kurtuluşa bir vesile mi arıyorsun? O halde kurtuluşunun Hakikat-i Muhammediye"de olduğunu bil. Mehdi/Mesih bekleyeceğine, asıl kurtuluş vesilesi olan Efendimiz (s.a.v)'in eteğine yapış. Kurtuluş mu arıyorsun? Kurtuluş Kuran'dır, kurtuluş sünnete ittiba etmektir."
Sayfa 125 - Profil Kitap / 2017Kitabı okudu
Reklam
Yedi Uyurlar
İsa'ya tapan bu militanlardan yedi kişilik bir örgüt ve köpekleri Kıtmir, Romalı komutanın hışmından ırak durmak için Efes'teki Panayır Dağı'nın eteklerinde buldukları bir mağaraya sığındılar ve gecelerini orada geçirmeye başladılar... Günlük koşuşturmalardan çok yoruldukları bir gün, gene mağaralarında derin bir uykuya daldılar. Ne var ki mağaranın girişine nöbetçi diktikleri köpekleri Kıtmir de katıldı bu derin uykuya!.. (...) Yedi Uyurlar, köpekleri Kıtmir'le birlikte Efes kentini aylarca incelediler. Antikçağdaki halklarla Hıristiyan çağındaki halkların yaşamlarını karşılaştırdılar... Antikçağın nice tanrı-tarıça heykelleri ve sanat yapıtları kırılıp parçalanmış, onların yerine yeni tapınaklar kurulmuştu... Ortada değişen hiçbir şey yoktu: Halk gene belbağladığı yeni dinin papazlarınca sömürülüyor; imparatorlarının yağma ve işgal amaçlı savaşları yüzünden gençler kırılıp kırılıp gidiyorlardı. Halk gene tanrılarla el ele olmuş ağaların beylerin buyruğunda kul ve köle olarak sürünüyordu... Kadınlar gene evlerine kapatılmış kölelerdi... Velhasıl Yedi Uyurlar ve köpekleri Kıtmir; o sömürüsüz, savaşsız ve her türlü köleliğin kalktığı Altınçağın gelmesine daha epeyce zaman olduğunu iyice anladılar... Artık tanrılardan da umutlarını kestiler.
"İsa Mesih, insanlara son derece tesir edebilen tarihi bir kişilik. Belki de dünyaya gelmiş en gizemli ve telkin yeteneği en güçlü liderdi. Vahiy alan bir Mesih olarak İsa kralları devirdi, milyonları peşinden sürükledi ve yeni felsefeler buldu. Kral Süleyman ve Kral Davut'un soyundan geldiği için, Yahudi Krallığı tahtında hak iddia edebiliyordu. Bilindiği yaşamı ülke çapındaki binlerce müridi tarafından kaleme alındı."
Sayfa 258Kitabı okudu
"Dünyayı gezerek izledi biri; sense evinin penceresinden seyrettin hayatı. Onunkisi dışa yolculuk, seninkisi iç yolculuğu. Yorgunluğunuzsa hep aynı..."
Evet nazar-ı gaflet ve dalalette, vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar; canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayatdar bir acib âlem ve mevcud ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbaniye suretinde sinema perdeleri gibi, kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'caz ile ders veren Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan aynı i'cazla, nazar-ı dalalette camid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedanî, bir şehr-i Rahmanî, bir meşher-i sun'-i Rabbanî olarak o camidatı canlandırarak, birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev'-i beşere ve cinn ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'an-ı Azîmüşşan elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevab bulunması ve bütün cinn ve ins toplansa onun mislini getirememesi ve bütün benî-Âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirdlerine kazandırır. Asa-yı Musa - 62
136 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.