- Apartman girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent? + Hangisini? - Otomatik yanan, sensörlü lamba. + Hayır. - Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece. Önüme baktım. "Neden kırdın?" Cevap yok "Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle." "Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?" "Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için." "Beni görünce yanmıyordu baba." "Nasıl ya?" "Görmezden geliyordu, yanmıyordu. kaç sefer yok saydı beni." "E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor." "Hadi ya! Sahiden mi?" "Evet. Ucuzundan takmışlar.Bizimle bir alakası yok!" Babama sarıldım, yıllar sonra.
Sayfa 141Kitabı okudu
Belki? Belki de gerçekten bir intihardır. o zaman kendini ölüme zaten hazırlamış olmalı, değil mi?" Başımı iki yana salladım. "İnşaat halinde bir bina düşün," dedim. "Ve ben de kendimi onun çatısından aşağı atarak intihar etmeye karar vermiş olayım. Eğer merdivenlerin parmaklıkları henüz inşa edilmemişse, inan bana, basamakları apartman boşluğu tarafından değil, duvar tarafından tırmanırım. Hiç kimse ölene kadar ölüme hazır değildir.
Reklam
Sayın Yargıç, bir Türk olarak, yıllar yılı Kenan Dayımın ahfadı ol-duğumuzu söylediği, meğer yanıldığı, bir diğer Kadızade'nin, III. Murat'ın Şeyhülislâmı Ahmet Şemsettin Efendi'nin, 'Rasat icrasının feleklerin sırlarını öğrenmeye teşebbüs mahiyetinde bir küstahlık' olduğu ve 'rasathane tesis eden devletlerin zeval bulduğu' gerekçesiyle Takiyüddin Efendi'nin Cihangir sırtlarında kurduğu gözlem evini Donanma Kumandanı Kılıç Ali Paşa'ya topa tutturmuş olmasının utancını içimde taşıdım! Şemsettin yobazsa, Takiyüddin de müneccimbaşıydı, tamam. Adamın dört yüz yıl sonra apartman yöneticimiz Nevzat Hanım'ın kolejli kızına yıldız falı açan Asiye Hocanım'dan farkı yoktu, bu da tamam. Diyanet işleri Başkanı olarak, bâtıl inançlara karşı Deniz Kuvvetleri'nden yardım istemiş olmasının '90'lı yılların Türkiyesi'nde yadırganacak bir yanı da yoktu, bu da tamam. Velâkin, kuantum mekaniğinin Schrödinger'inden, Beyaz Cücelerin içyapısını ortaya döken Eddington'a kadar, fizikçi/matematikçi herkes, Hıristiyan azizlerinin, Augustine'nin, Thomas Aquinas'ın, Jean Calvin'in önünde eğiliyorlardı. Bu da beni beynimin kalitesine ilişkin derin bir yeise sürüklüyordu çünkü ne kadar uğraşırsam uğraşayım, 'kader yoktur, işler o anda olu-verir' diyerek, kulun Allah'ından bağımsız bir iradesi olduğunu, insanın tüm fiillerinin yine insana ait olduğunu öne süren Mu'tezile müderrisleriyle Gödel'in eksiklik teoremi arasındaki ilintiyi bir türlü kavrayamıyordum!
Sayfa 352Kitabı okudu
Pastanede bir yabancının sesiyle konuşurken barda bir başkasının sesiyle şarkı söylüyordum. Hiçbir şey üretmeyip üretilenleri tekrarlamak tüketmişti bizi. Bir albüm yapmalıydık. Her türlü yüzeysellikten, yapmacıklıktan ve klişeden uzak, karekterli, Türkçe bir albüm... Yoksa boğucu gece kulübü karanlıklarının içinde yok olacaktık.
Televizyon programındaki yapay sahnede abartılı bir makyajla, arabesk bir elbiseyle, tüm riyakarlığıyla, yanıp sönen renkli ışıklar arasında şarkı söyleyen çirkin kadına baktı.
“İçinde çok insan olan her yer beni dışlıyor...”
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.