İkinci bunalım, 1963 Kıbrıs olayları nedeniyle çıktı. Türkiye'nin Kıbrıs'a askerî müdahalede bulunma isteği, ABD Başkanı Johnson'un Başbakan İnönü'ye bir mektup yazarak, Türk ordusunun bir NATO ordusu olduğunu ve bu ordunun Türkiye tarafından ulusal nedenlerle kullanılmasının müttefikliğin sonu olacağını bildirdi. Türkiye o günlerde zaten Avrupa ile bütünleşme politikası güdüyordu. Hem Soğuk Savaş'ın sıcak bir savaşa dönüşmesiyle yaşanacak yıkım, hem de müttefik ABD'nin tehdidi, Türkiye'nin dış politikasında yeni yönelimlerin yolunu açtı. Hemen 1964'de Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin Moskova'yı ziyaret etti. Bu 1939'dan sonraki ilk resmî ziyaretti. Sovyetler de ertesi yıl Türkiye'ye iki resmî ziyaret gerçekleştirdiler. Daha sonra da ticaret ilişkileri sürekli olarak arttırıldı. Ayrıca Sovyetler, demir-çelik ve enerji alanlarında hem finansman hem de teknoloji desteğinde bulundu.
Süleymaniye olayının öncesinde bile hükümet AB’ye giriş müza-kerelerine Türkiye’yi hazırlamak konusunda ordunun desteğini ka-zanmıştı. 30 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan, hükümetinin AB yolundaki kararlılığını vurguladı ve “halkımıza ve ülkemize borcumuzdur," dedi. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt, ordunun AB için desteğini tekrar
Nicephorus Chalouphes (Halife) önce Korinth valisi olmuşken, daha sonra bir dönem Venedik -Bizans ilişkileri çerçevesinde Venedik'e, Bizans elçisi olarak gitmiştir. Prosouch, yine bir Selçuklu komutanı olup özellikle imparator Manuel döneminde Antakya hükümdarı Raymond'a karşı girişilen seferde görev almış bir kişidir. Prosouch'un oğlu veya torunu
- Geleneklerine sahip çıkmış toplumları görünce imrenirim ve içimi tarifsiz bir hüzün kaplar.
Japonlar Japon gibi yaşama sanatının en güzel örneğini verirler.
Paris'te bir kitapçı dükkanına girersiniz. Geçen yüzyıldan beri aynı aile işletmektedir. St. Germain'de yemek yediğiniz lokantada, Fransız İhtilali beyannamesinin yazılmış olduğunu
“Türkiye’yi AB’ye almanın zamanı gelmiştir. Bunu kısa sürede gerçekleştirmezsek Avrupa sonsuza kadar Türklerin yükselmek istedikleri miraç olarak kalırsa, Türkiye kırgın bir aşık gibi başka yerlere yönelir.” (The Spectator, 16 Kasım 2002)
Süleyman Demirel, küreselci midir, ulus-devletten yana mıdır?
Ulus-devletlerden yanadır esas itibariyle, bakınız Süleyman Bey olayını analiz ettiğimiz zaman şunu
görürüz: Devrildiğinde bir defa Türkiye içine kapanık bir ekonomi politikası izliyotdu, dış politika izliyotdu, dış
ticareti Türkiye'nin son derece azdı. Üstelik Sovyetler Birliği ile de yakın ilişkileri vardı. Türkiye'ye büyük
ölçüde yardım ediyorlardı. Şimdi o zaman bu sorunun cevabını herkesin vermesi lazım. Amerika tatafından
getirildiği iddia edilen ve Amerikancılıkla itham edilen bir kişi nasıl oldu da Sovyetler Birliği ile bu kadar yakın
ilişki kurdu? Bu önemli bir şey, burada şunu söyleyebiliriz. Bu Amerika Birleşik Devletleri içerisindeki ulusalcı
dediğimiz gücün hoşgörüsü veya tercihiyle yapılmış bir eylemdir. Yani o güç Sovyetler Birliği'nin dağılmasını
istemiyordu ve güçlü olmasını istiyordu. Sovyetler Birliği dağılmadan evvel de Doğu Avrupa ülkelerinde
Sovyetler Birliği'nin nüfuzu fiilen azalmıştı. Bunun yerine, Sovyetler Birliği'nin yanına Türkiye'yi bir destek
olarak getirmek suretiyle aynı dengeyi sürdürmek istediler. Fakat Türkiye'de Süleyman Demirel'in devrilmesi
ve yerine küresel sermayeye yakın bir gücün gelmesi bu hesabı ortadan kaldırdı. Yani Sovyetler Birliği
yalnızlaştı. Hem Doğu Avtupa'yı kaybetti, hem de onun yerine ikame edilmesi düşünülen Türkiye'de etkili
olamadı. Ve böylece bu dünyadaki büyük değişimin mecburi hale gelmesinin yolu açıldı.