"... Tufan her tarafi kapladı. Su, dağları aştı. Yeryüzü'ndeki insanlar ve hayvanlar hep telef oldu.
O hâlde Nuh'un gemisi, dağlar gibi büyük dalgalar arasında yüzerdi. İşte bu veçhile tufanın hükmü, altı ay kadar sürdü. Sonra Allah'ın emri ile yağmurların arkası kesildi ve sular çekildi.
Gemi, Cudi Dağı'nın üzerine
onların oğulları ise, bu kutsal altın yayla atılan gümüş oklar idiler. bu suretle oklar, yayın verdiği hizmeti yerine getiriyorlardı. amacı belirten ve onları göreve gönderen yay, yani boz-ok’lar idiler. bunun içindir ki, ebülgazi bahadır han : “ok elçi demektir, üç-ok boyları da, hükümdarın birer elçileri idiler”, diye bir açıklamada bulunmaktadır. eski Türk devletlerinde, okla haber gönderilirdi. aynı zamanda tâbi devletlere, onlann tâbiiyetlerini tanımanın bir alâmeti olarak okların gönderildiğini de biliyoruz. *
Sayfa 143 - türk tarih kurumu yayınları, (*) bk. o. turan, türk cihân hâkimiyeti mefkuresi tarihi, istanbul, 1969, i, s. 97.Kitabı okudu
***
Türk Yurtları
Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun
Milâttan önce ve sonraki ilk yüzyıllarda. Moğolistan içlerinden Uralların batısına doğru uzanan geniş bozkırlarda, at üstünde gidip gelen, binlerce hayvanlık koyun ve at sürülerini otlatan, zaman zaman güneylerindeki yerleşik devletlere akınlar yapan, bazan ayrı ayrı boylar halinde dağınık
Anlaşılıyor ki Karahanlı ve daha sonra da Selçuklu hanedanı, Türklerin destan kahramanı Alp Er Tonga'yı, İran mitolojisindeki Efrasiyab ile benzeştirmişlerdi. Ebülgazi Bahadır Han'ın ileri sürdüğü gibi, Türkmenlerin Kınık boyundan gelen Selçuklu Sultanları zamanında değil: daha önce, Karahanlıların kuruluşunda, yani X. yüzyılın başlarında veya daha önce, Türkler arasında böyle bir inanış doğmuştu. Böylece Türkler, Turan ve İran'ı ellerinde tutmak için, bir hak ve meşruiyet aramış olabilirdi. Buna karşılık, yine bir Türk olan Gazneli Mahmud, kuzeyde kaynaşmağa başlayan büyük Türk kitlelerine karşı koymak için, kendini bir İran Hakanı olarak görmüş ve Firdevsi'yi korumuştu.
Selçuklular da kaynakların kesin olarak bir şey söylememelerine rağmen, kendilerini Afrasiyab'ın soy kütüğüne bağlamışlardı. Nitekim Ebülgazi Bahadır Han, Türklerin Şeceresi adlı kitabında şöyle diyordu: "Selçukiler, Türkmen idiler. Kardeşiz dediler. Fakat ne ilimize ve ne de halka hiç bir faideleri değmedi. Padişah oluncaya kadar, Türkmen'in Kınık Uruğundanız", dediler. Padişah olduktan sonra da "Afrasiyab'ın bir oğlu Keyhüsrev'den kaçıp, Türkmenlerin içine gelm ve orada oturmuş, kalmış. Biz onun oğullarıyız, Afrasiyab'ın neslinde geliyoruz", dediler. Adlarını değiştirdiler. 35'nci nesilden sonra, soylarını götürüp, Afrasiyab'a dayadılar". Türkmenlerin çok değerli bir halk hatırasıdır. Böylece Selçuk Hanedan ile Türkmenlerin halk geleneği çatışıyordu. Anadolu Selçuklularında da Keyhüsrev gibi İran'ın mitolojik adlarının, Türk hakanlarına ad olmalarının sebepleri anlaşılıyordu.
KÜLTÜR BAKANI’NIN RESMİ YAZISINA AÇIK CEVAP
20 Eylül 1971 tarihiyle Kültür Bakanı Talât S. Halman’dan resmî bir yazı aldım. Basılı olan ve başkalarına da gönderilmiş bulunan yazı aynen şöyledir:
Sayın Nihâl Atsız;
Kültür Bakanlığının yayın programından ilki, kültür eserleri konusunda üç yeni diziyle başlatılacak, bu dizileri, çeşitli kültür ve
TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI
20 Eylül 1971 tarihiyle Kültür Bakanı Talât S. Halman’dan resmî bir yazı aldım. Basılı olan ve başkalarına da gönderilmiş bulunan yazı aynen şöyledir:
Sayın Nihâl Atsız,
Kültür Bakanlığının yayın programından ilki, kültür eserleri konusunda üç yeni diziyle başlatılacak, bu dizileri, çeşitli kültür ve sanat dallarında