Nereye gidersen git, birileri sana derinin rengini ve dualarını soracak. Onların itkilerini hoşnut etmekten uzak dur! Oğlum, çoğunluk önünde boyun eğmekten kaçın! İster Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsunlar, seni olduğun gibi kabul etmeliler ya da seni yitirmeyi göze almalılar. İnsanların görüşünü dar bulduğun zaman kendi kendine Tanrı'nın ülkesinin çok geniş olduğunu söyle; O'nun elleri çok geniştir, O'nun yüreği de çok geniştir. Uzaklara gitmek, denizler, sınırlar, ülkeler, inançlar aşmak fırsatı çıktığı zaman hiç duraksama.
Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle;
Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle .
Ömer Hayyam
I
Kimi zaman, ağır ve iç karartıcı bir günün ardından inen Semerkant akşamında, işsiz güçsüz takımı baharat çarşısının yakınındaki çifte meyhane çıkmazında volta atmaya gelirdi. Amaçları güzel kokulu Soğd şarabının tadına bakmak değil, geleni gideni kollayıp çakırkeyif olmuş bir içkiciyi yakaladıklarında tepesine çullanmaktı. Kurban, toz toprağın içinde sürüklenir, yemediği küfür kalmaz ve baştan çıkarıcı şarabın yüzündeki yalazlanmasını sonsuza dek hatırlatacak cehennem ateşlerinde yanması için beddualar edilirdi.
Rubaiyat yazması, 1072′nin yaz aylarında yaşanan böyle bir olayın sonucunda doğacaktı. O sırada Ömer Hayyam yirmi dört yaşındaydı, Semerkant’a geleli çok olmamıştı.
Birden gökyüzünde kapkara bulutlar belirdi. /../ Gün ortasında gece olmuştu. Sultan buyruk vermeden oyun durdu, çünkü herkes evrenin ağırlığını omuzlarında duyuyordu.
Yaz, kış, bir gideceksin, bir geleceksin, mevsimler, yıllar böyle hep emrine amade mi olacak sanıyorsun? Hayyam'dan hiçbir şey öğrenmedin mi? "Gün gelir, dudaklarını yalayacak zamanı bile alır elinden Hüda.
Hayyam hiç öyle insan kaçkını birisi değildi. Şu sözler onun değil miydi zaten: "Istıraptan belin büküldüğünde,dünyanın üzerine ebedi bir gece çöksün istediğinde, yağmurun ardından ışıldayan yeşilliği düşün,düşün bir çocuğunun uykudan uyanışını."
Ekmeği koparmadan önce Mani hep şöyle dua ederdi: Tanrım, bu yemek hazırlanırken toprak, bitkiler ve daha başka yaratıklar mecburen incitildi. Ama bunu yapanların insandaki ışığı beslemekten, senin kelamını yaşatmaktan başka isteği yoktu.