Dahası, Atatürk tarafından 1930'larda kurulan iki önemli kurum olan Türk Tarih Tetkik Heyeti ve Türk Dil Tetkik Cemiyeti, Türklerin Batılı bir ırk olduğu ve Türk dilinin tüm dillerin anası olduğu gibi etnik teorileri desteklemeyi amaç edinmiştir.
Son dönem Osmanlı elitleri ve Cumhuriyet'in kurucu kadroları, sosyal reformları gerçekleştirirken din ile bilimin çatıştığı fikrini benimsemişler, bu çatışmada bilimin yanında saf tuttuklarına inanmışlardır. Örneğin H. G. Wells'in The Outline of History: The Whole Story of Man (1920) isimli eseri, Mustafa Kemal Atatürk de dâhil olmak üzere Cumhuriyet'in kurucu kadrolarının zihinlerinin şekillenmesinde rol oynamış, Atatürk daha sonra bu kitabın Türkçeye çevrilmesi talimatını vermiştir. Yine Atatürk'ün Osmanlı'da materyalizmin en büyük savunucusu Abdullah Cevdet'e onun rüyalarını gerçekleştireceği yönündeki vaadi konumuz açısından önem taşımaktadır. Esasen Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir; ilim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir, cehalettir" gibi sözleri de onun Abdullah Cevdet ve arkadaşlarınınkine benzer bir dünya görüşünü benimsediği izlenimini desteklemektedir.
Reklam
...Jön Türklerin 1908 ile 1923 arasında başlattıkları bu sekülerleşme süreci, Cumhuriyet'in kurucu kadroları tarafından miras alınacak ve daha ileri götürülecektir.
19. yüzyılın bitiminde Jön Türkler olarak bilinen devrimci grubun birçok üyesi, materyalist görüşlerin Türkiye'deki sözcülüğünü üstlenmişti. Bu kişiler bilime ilgi duymakla beraber bilim insanı değillerdi. Osmanlı'nın modern eğitim kurumlarında veya Avrupa'da eğitim alan bu kişiler böylece dönemin materyalist düşünürlerini okuma imkânı buldular. Aydınlanma'nın, Batılı değerlerin ve Batı biliminin ateşli hayranları olan bu grup, Türk kültüründe ve toplumunda radikal değişiklikler yapmayı hedefliyordu. Çoğunluğu, dinin bu çağda gereksiz bir öğreti halini aldığına inanmaktaydı. Onlara göre İmparatorluk'un politik ve sosyo-ekonomik problemlerinin ardında bilimsel bir dünya görüşüne sahip olmaması yatmaktaydı. İmparatorluk, kendisini bu yönde değiştirmezse gelecekte de politik ve toplumsal sorunların çözülmesi mümkün değildi. Bu görüş, İmparatorluk'un Türk olmayan birçok aydını tarafından da paylaşılmaktaydı. Osmanlı'daki Protestan okullarından mezun olan Yakup Sarruf ve Faris Nimr gibi bazı Arap düşünürler de bilimin aydınlanma ve toplumsal ilerlemede baş aktör olduğuna inanmaktaydılar.
mimar sinan
Mimar Sinan ilim adamı olmaktan ziyade bir sanat dahisidir. Türk mimarisini erişilmeyecek derecede yükseltmiştir. Selçuklular devrinde Kelük Abdullah ve Toplu Mehmed gibi mimarlar yetişti, çok değerli eserler yaptılar. Osmanlılar zamanında da Sinan'dan önce ilyas, Deli Mehmed, Müsâ, Kemâleddin, Hayreddin gibi yüksek mimarlar görülmüştü. Fakat bunların hiçbiri Mimar Sinan'a yetişememiştir. Sinan onları çok çok geçmiş ve kendinden sonrakilerin eteğine dahi ulaşamayacağı bir dereceye yükselmiştir.
İlhanlı hakimiyetinin bilimsel faaliyetlere karşı geliştirdik­leri tüm olumlu tutumlar, siyasi ve askeri hakimiyetin oluşturduğu baskının gölgesinde kalmış, gerek Selçukluların bilim mirası gerekse bunun devamcısı olarak İlhanlıların ürettiği bilgi birikimi İlhanlı hakimiyeti sonrasında devam etmemiş, Osmanlılara intikal etmemiştir. Bu da Anadolu'daki Türk bilim ta­rihi açısından önemli bir kırılmayı göstermektedir. Osmanlılar, her ne kadar siyasi ve kültürel açıdan Selçukluların devamı olsalar da Selçuklunun sahip olduğu bilim ve din anlayışı Osmanlılarda görülmemişti.
Reklam
133 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.