Fakir bir İskoç köylüsü hakkındaki hikaye şöyledir: "Köylü, yakındaki bir bataklıktan gelen bir yardım çığlığı duyar. Yardım etmek için hemen koşar. Bir delikanlının çamura batmakta olduğunu gören köylü, onu çekip kurtarır. Ertesi gün, lüks bir araba köylünün kulübesinin önünde durur. Çok şık giyimli bir bey, köylüye yardımının karşılığı bir ödül vermek ister. Fakat köylü bu ödülü reddeder. Bu defa asil beyefendi, köylünün çocuğunu görür ve şöyle der; 'eğer bu çocuk, babasına biraz benzediyse, büyüdüğünde çok iyi bir adam olacaktır' diyerek, ona iyi bir eğitim vermeyi teklif eder. Yıllar sonra, köylünün oğlu Londra'daki tıp okulundan mezun olur. Çocuğun adı: Alexander FLEMING'dir. Daha sonra, penisilini keşfettiği için, kendisine Şövalyelik ünvanı verilir. O asil beyefendinin oğlu zatürre olduğunda, penisilin hayatını kurtarır. Hayatı kurtulan genç adamın ismi ise: Winston CHURCHILL'dir. O da, gelecekteki İngiltere başbakanıdır.
Tabii İlimler
Umûmiyetle her ilim erbabı, kendi uğraştığı ilmin en üstün ilimlerden olduğu görüşündedir. Bu tıpta da böyledir. Gerçekten tıbbi eserlerin pek çoğunun önsözünde, "... İnne 'ilme't-Tibb min eşrefi'l-'ulüm..." (Şüphesiz tıp ilmi en üstün ilimlerdendir...) ve benzeri ifâdelere rastlanmaktadır. Dikkat edilirse, ilimlerin en üstünüdür denilmiyor, en üstün ilimlerdendir deniliyor. İslâm dünyâsında en çok teşvik edilen iki ilimden biri din öbürü de tıp ilmidir. Nitekim tıp tahsilini farz-ı kifâye ilimler arasında gören elGazzâli, /İhyâ'u “Ulümi'd-Din'inde müslümanların da tıp eğitimi ile meşgul olmaları gerektiğiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: "... Tabipleri ilgilendiren fıkhi hükümler hususunda şahâdetleri makbül olmamasına rağmen nice memlekette zimmi tabiplerden başka tabip yoktur. Böyle olduğu hâlde, tıp ilmiyle uğraşan bir kimseyi görmüyoruz. Onlar, fıkıh ilmiyle -özellikle hilâfiyât ve cedel ile-. uğraşmaktadırlar. Memleket, çeşitli meseleler hakkında fetvâ ve cevap veren fakihlerle doludur. Ne olaydı bileydim! Nasıl oluyor da fakihler, birçoklarının bildikleri farz-ı kifâye ile uğraşır dururlar da, hiç ele alınmayan farz-ı kifâyeleri ihmâl ederler? Bu olsa olsa, tıp ilmiyle, vakıflar mütevelliliğini almanın, vasi olmanın, yetim malı yemenin, kadılık ve hâkimliği iltizâmın, yaşıtlara üstünlüğün ve hasımları susturmanın kolay olmamasından ileri gelmektedir..."
Reklam
Hepimiz kişisel kazanç ve güvence aramak ve kendimiz için savaşmak üzere eğitim kurumları ve çevre tarafından eğitildik. Hoş cümlelerle üstünü örtmemize rağmen, sömürü ve açgözlü korku üzerine kurulu bir sistemin içinde yer alan çeşitli mesleklerin eğitimini aldık. Bu tip bir öğrenme kaçınıl­maz olarak hem kendimize hem de dünyaya zihinsel karma­şa ve sefalet getiriyor, çünkü her bireyin içinde, kendini baş­kalarından ayrıştıran ve uzaklaştıran psikolojik bariyerler ya­ratıyor.
Her zamanki gibi Türkler 2. sınıf vatandaş. Değişen bir şey yok...
Dönmeler Türk okullara ya da Türkçe eğitim veren kendi okullarına gitmeye başladıklarından beri, onları hükumet görevlerinde yer alıp liberal kariyerler yapmaya iten bir hareketlenme yaşadılar. Özel mesleklerinde olduğu gibi resmi görevlerinde de fark edilir oldular. Bir dönme tersane-emini görevini yürütüyordu. 1908 Türk anayasasından sonra, Mehmet Cavid ve Nüzhet Faik maliye bakanı, ve Mustafa Arifes -ki Osmanlı İmparatorluğu içişleri bakanı oldular. Cavid malî bilgisi ile tanınıyordu. Muslihiddin Adil, Millî Eğitim bakanlığında müsteşar ve Hukuk fakültesinde profesördü. Ahmet Emin, seçkin bir gazeteciydi, Vatan gazetesini yönetiyor ve yazı yazıyordu, aynı zamanda edebiyat fakültesinde profesördü. Parlamentodaki milletvekilleri; üniversite ve yüksek okullardaki profesörler; basındaki gazeteciler; barodaki avukatlar; Tip fakültesindeki doktorlar vs. vs. Sabetaycı cemaat mensuplarının soyundan gelen kişilerdi.
Sayfa 106 - Zvi-Geyik YayınlarıKitabı okudu
1291 ve 1300 hicrî yılında (1874-1882) gençlerden oluşan bir gurup okuldan çıkmış ve açıkça başkanlarının davranışlarına karşı olduklarını beyan ediyorlardı. Başkan verdiği cevapta onların tarikattan ihraç edilmelerini bir kararname ile bildirdi. İhraç edilenler kendileri hakkında alınan karara tamamen karşı olmakla birlikte ailelerine saygıları nedeniyle daha fazla ileri gitmediler. 1300 (1882) yılına doğru Sabetay Sevi, gençler tarafından yayınlanan Gonca-i Edeb (Eğitimin goncası) adlı bir dergide, "17. Yüzyılın şarlatanı" olarak tanımlandı. Bu durum karşısında, gurubun başkanı gençlere ait olan bazı hakları sınırlamak zorunda kaldı. 1300'den önce (1882), yabancı bir dilin eğitimi, İstanbul yüksek okullarına gitme, tıp eğitimi, hukuk ve eczacılık gibi eğitim faaliyetleri onlara yasaklandı. Daha sonra bu yasak kalktı ama bu gençlerin Avrupa'da eğitim görmeleri yasaklandı.
Sayfa 87 - Zvi-Geyik YayınlarıKitabı okudu
Hunayn ibn İshak
Hunayn ibn İshak (809-873). Abbasi halifelerinin koruması altın- da çalışmış Süryani çevirmenlerin çoğu aynı zamanda yazardır. Bu du- rum Hunayn için de geçerlidir. Onun Tıbbi Sorular adlı eseri uzun yüz- yıllar boyunca sadece İslam dünyasında değil Avrupa'da da çok etkili olmuştur. Eserin hem Süryanicesi hem de Arapçası günümüze gelmiş-
Sayfa 129 - Butik yayıncılık, 2011Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 591 ile 600 arasındakiler gösteriliyor.