Geçmiş, benim kendi geçmişim ve diğer herkesin geçmişi hâlâ orada, yalancı bir duvarın arkasında, bütün bir ailenin yıllarca gizli bir şekilde yaşayabileceği kilitli bir oda gibi içimdeki gizli bir bölmede.
Sessizlikte, yalnızken gözlerimi kapıyorum ve onların orada olduklarını, küçüklerin fare gibi itişip kakıştığını, büyüklerin mırıldanarak konuştuğunu, iç çektiğini duyabiliyorum. Tehlike yaklaşınca nasıl da sessizleşiyorlar. Şşşt! Bir şey gıcırdıyor. Bir çocuğun ağlaması hızla bastırılıyor. Birisi kulağını duvara yaslıyor, ikaz edici bir parmak havaya kaldırılıyor, bu arada diğerleri hareketsiz, nefes almadan, gözlerini kocaman açarak duruyor. Sıvaların arasından ışık huzmeleri süzülüyor. Aşağıdaki avluda motorlar çalışıyor, çizmelerin topukları soğuk kaldırım taşlarına vuruyor. Uzaktan çığlıklar duyuluyor, bağırışlar ve çığlıklar. Gözkapaklarım kalkıyor. Nefes alıyorum. Hepsi gidiyor, hepsi; gidiyorlar.
.
aşıkken, körken, kavgalıyken kazandığın kelimelerle
kazdığın tünelin ucundaki yalancı ışık
yalan olmadığını sana kanıtlar
boşalmış günler akarken boşluğa
durduğun yer: Benden bu kadar!
“Üç yüz yıl dünyaya ışık tutan sen, neden şimdi karanlıklardasın? Neden elindeki meş’aleyi söndürüp, kâzip fecirlerin yalancı aydınlığına muhtaç olmaktasın?”
"Menzilinden kovulmuş yabancılar dolaşıyor şehrimde... Yetimlerin yurtsuzluğu, sokak çocuğu diye gamsızlık giymiş herkesin üzerinde... Yargılamayı dinlemek sandılar... Konuştuğunda iltica diye kovdular. Bir çocuk parkına sığınıyorum, bir camiye, bir de hayallere...Karanlık bir duvar yıkılmış gökyüzümden üzerime... Yanımdaki sesleri, ışık sanıp dökülüyorum; sırlarımı da aydınlatsın diye... Kaç Araf terk ettim? İnan bilmiyorum...Bakamıyorum kimsenin gözlerine. kaçınca suçlandım...Kalınca dışlandım her seferinde...Kovuldum derdimi anlattığım ellerde...Hep yalancı ilan edilip, hakikatimle idam edildim; Laf anlatmak istediğimde... Gitmemi istendi önce...Suçunu kabul etti denildi ben gidince..."