iniyorum maktul minarelerden taraçadan, bahçeden ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
ONUR DA AĞLAR
Gözlerinin pınarında Bir bulut, Boşandı boşanacak Nerdeyse. Aklımdan geçenleri Okuyorsun su gibi. Dünya gördü Bizi boğazladılar... Tutma gözyaşlarını Onur da ağlar... Bırak yıkansın gökyüzü, Lacivert, yeşil, altın Işıkları günbatının. İşte şafaktayız gene Çırılçıplak Ve mavi. İşte sanki dağ yeli Ve işte sanki meltem...
Ahmed Arif
Ahmed Arif
Reklam
BEYZA ALKOÇ - BUL BENİ
Partiler, parti ışıkları, renkli aydınlatmalar ve konfetiler... Para. Daha fazla para ve daha fazla para. Şık elbiseler, davetler, kadehler ve iltifatlar... Sahte dünyanın sahte renkleri... Kutlamalar, havai fişekler, müzikler, ve elbette yine... Konfetiler. Parıltılar, ışıltılar, altın işlemeler ve gümüş kaplamalar... İnsanın ruhunu kör eden yansımalar... Sahte sevinçler...
Sessizce
Gönlüm altın tozlarıyla uçuşuyor Karışıyor kalbimin ak yalazıyla; şafakla tözüme doğuyor Renklerin tayfları sessizce tinime ulaşıyor Atlas der ki; Sakitanece, bast-ı zaman'da dans eden ışıkları gördün mü? Atlas Bamsı Ahenk 27/03/2024
Geçenlerde yazdığım kısa hikaye... Umarım beğenirsiniz
SEVGİ EMEKTİR Benim adım ‘altın’. Dünyanın en değerli madenlerinden biriyim. Tarihin çeşitli dönemlerinde süs eşyası ve para olarak kullanılmak gibi birçok farklı alanlarda kullanıldım. İnsanlar beni daha çok aralarındaki sevgi bağının bir sembolü olarak gördüler ve beni değerli kıldılar. Kendi adıma üzülmeme sebebiyet veren şey ise üretilme
Tarih, er meydanında kahramanca dövüşemeyip kalleşçe vasıtalarla saltanat sürmek sevdasına tutulmuş rezillerin memleketlerine ne yaman akıbetler hazırladıklarına çok canlı misaller arz eder. Bu misallerden biri de Endülüs Arap Devletinin son hükümdarı Abdullahüs Sagir'in şahsında tecelli etmiştir. Abdullahüs Sagir Devletini gittikçe daha fazla tehdit eden dış tehlikeye aldırış etmeden saltanat sürmek gafletine kapılmış ve İber yarımadasındaki İslâm hâkimiyetinin her gün biraz daha sarsılışına kayıtsız kalmıştı. Nihayet tehlike Gırnata'nın kapılarına dayanınca ne yapacağını şaşırdı. Ancak o zaman behimi zihniyetinin neye vardığını anlayabildi. Bütün kötülüklerini yiğitçe bir çarpışmada kanıyla, temizlemek değilse bile, kefaretlendirmek belki mümkündü. Fakat o buna da cesaret edemedi. Alçakça kaçmağı tercih etti. Bir akşamüstü anası ve maiyeti ile Gıranata'dan uzaklaşırken şehri ebediyen gözden kaybettirecek bir yol dönemecinde başını geriye çevirmek ihtiyacını da yenemedi. Batan güneşin son ışıkları muhteşem şehrin altın yaldızlı kubbelerini, Elhamranın saçaklarını tutuşturmuştu. Terkedilmiş koca mamure ışıkla altının, servetle debdebenin kucaklaşması içinde ufka serilmiş yatıyordu. Abdullahüs Sagir gözyaşlarını tutamadı. Yıllarca oğlunun şirretliklerine, rezilliklerine set çekememiş olan anası bu hayâsız gözyaşları önünde isyan etti ve tarihe mal olup kalan meşhur cümlesini oğlunun suratına fırlattı: «Ağla utanmaz ağla! Erkekçe dövüşemeyenlere karı gibi ağlamak yaraşır!»
Reklam
356 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.