Romanı okurken yosun, balık, ılık meltem, yasemin ve hanımeli kokusunu alıyor; kayığın, motorun, lodosun, martının sesini duyuyorsunuz ruhunuzda. Bir de bu huzur dolu manzarayla tamamen tezat , kıyılara vuran mülteci cesetlerinin acısını...
Olaylar Ege' nin şirin bir köyünde balıkçılık yapan Mustafa'nın bir sabah balığa açıldığında denizde yüzen mülteci cesetlerini görmesiyle başlıyor.Yillar önce denizin aldığı küçük oğlunun acısıyla yüreği bir kor gibi yanan balıkçı, minik bir şişme botun içinde güçlükle nefes alan bir bebek buluyor ve onu herkesten gizleyerek eşiyle bağrına basıyor.Ve akabinde beklenmedik pek çok şey gelişiyor.
Son derece sürükleyici bir üslupla kaleme alınan bu eserde bilhassa anlatılanlar, bazı insanların yası tutulurken bazılarının yalnızca istatistikî bir rakama dönüştürüldüğü günümüz dünyasında yaşanan trajediye bir de göçmenlerin gözünden bakmamızı sağlıyor.Bunun yanı sıra deniz kıyılarında rant hırsıyla tabiatı mahveden şirketlere dair de bir tenkit niteliği taşıyor.
Livaneli bu eserinde ,Ege sahillerinde elinde bir aynayla gezip gördüklerini yansıtan bir romancı olarak karşımıza çıkıyor.