Karanlık, merak uyandırıcı bir gerilim. Güzeller güzeli Manderley'nin, onun sahiplerinin hikayesi.
Kitaba adını veren Rebecca evin ilk hanımı. Artık merhum olmuş ama ona olan hayranlık hala devam ediyor. Evin sahibi Maxim, isimsiz anlatıcımız ile evlenince giriyoruz Manderley'ye. "Sırlar" açığa çıkmaya başlıyor; şüpheli bakışlar, gizli sorgulamalar, kilitlenen kapılar...
Kitabın bir yanında hep aşkına, çabalarına karşılık bulamayan, kendisinden yaşça büyük biriyle evlenmiş bir kadının hüznü var. Onu anlıyor, sevgisini içselleştiriyor, dertleniyoruz. Fakat romanı sadece bu aşk hikayesinden ibaret saymak çok yanlış. Zira asıl hikaye Manderley ve orada olanlar. Sally Beauman sonsözde şöyle diyor bu konuda: "Rebecca bizi bir düşler alemine götürüyor ama bu düşler bizi her an kabusa dönüşmekle de tehdit ediyor."
Manderley'de gül bahçeleri gözümüzü gönlümüzü açıyor ama biraz yürüyor ve denizin soğuk, dalgalı korkutuculuğu ile karşılaşıyoruz. Sonu heyecan verici ama aynı zamanda içler acısı geliyor bize. Tüm roman iki kadın karakteriyle de dahil, zıtlıklar üzerine kurulmuş, harika!
Yazara zamanında edilmiş haksızlıkları esefle kınıyorum. Bence oldukça derin, düşünerek yazılmış, akıllıca ve etkileyici bir romandı. Bayılarak okudum. Netflix'in yaptığı o kötü filmi izlememe rağmen okumama vesile olan Taylor Swift'e de binlerce kez teşekkür! (Taylor Swift'in de şarkının başını sonuna ya da sonunu başına koyması... Ne kadar dahice!!!!)