Üniversite üçte okuduğum, postmodernizmi hep savunup ama bir ara edebiyatın çıkmazı mı acaba diye düşündüğüm anda karşıma çıkan kitap.
Ki genellikle Dünya edebiyatını okumayı tercih eden bir okur olarak kütüphanenin rafında hiç tanımadığım bir yazarın kitabını alıp okumam ve bunun da aklımda postmodernizmle ilgili deli sorular varken Puslu Kıtalar Atlası olması büyük tesadüf.
Puslu Kıtalar Atlasını okurken bir yandan da yazarın hayatını okuyorum araştırıyorum çünkü yaşadığımız ülkede Batı'da gelişen bir kuramın bu kadar özgün bu kadar Doğu ile harmanlaştırıp sunabilen bir yazarın daha yaşıyor olması beni oldukça heyecanlandırmıştı. Ve gerçekten giderek monotonlaşan hayatımın içinde hala hatırlarken aynı heyecanı yaşadığımı farkettiğim için şuan inceleme olmadığı halde inceleme başlığında bunları yazıyorum.
Doğu hikaye geleneğindeki "çerçeve hikaye" tarzıyla birbiriyle bağlantılı ama fantastik bir kopukluk içinde olan bir çok iç hikaye bulunmakta.
Hikayeleri okurken güldüm, düşündüm, hüzünlendim, hayal gücüm sınırları zorladı, gerçeği hayalle karıştırdım ve en önemlisi vay be dedim. Zaten gerçek sanat eseri bizi hayrete düşüren değil midir?
Kitapta okumadığım satır araları için tekrar dönüp bakacağım.