Çağlayanlar önünde kalmış kağıt gemiler gibi iradesiz, ona akarken, benimkinden üstün bir irade tarafından bu kaderi yaşamak üzere seçilmişliğime hükmettim. Meşru ve muaf kılınıyordum çaresizliğimle. Suç var oluyordu da ben suçlu olmuyordum.
"Macaristan'da bir inanç varmış. Katili bulunamayan ölülerin cesetleri önünden katil zanlılarını geçirirlermiş. Eğer suçlu bunların arasında ise yaralayan tam öldürülenin hizasına gelince naaşın yarası kanarmış.
Vaktiyle bir Macar asilzadesinin cesedini kalbinin üstünde küçük bir hançer olduğu halde bulurlar. Sarayına getirirler. Babası bu gencin bütün düşmanlarını arar. Yatağının önünden geçirir. Fakat yara açılmaz. Dostlar geçer, yara kanamaz. Sonra saray halkı, bütün şehir erkekleri geçer, yara kanamaz. Nihayet gencin sevdiği kız ağlayarak gelir ve bakışıyla yaraya sanki bir hançer daha saplar; yara hemen açılır ve tekrar kan boşanır. Babası der ki: Söyle çocuğumu sen mi öldürdün? Kız der ki: Hayır ben öldürmedim; lakin hançeri ben verdim. O benim gönlüme sahipti. Fakat buna kanmıyordu. İstiyordu ki beni sevdiğini herkes bilsin, benimle daima beraber bulunsun. Ben razı olmadım. Çünkü bazı kusurları vardı. Onları düzelt, dedim. Buna razı olmazsan kendimi öldürürüm, dedi. Ben inanmadım. Hançeri verdim, kalbine sapladı..."
Zayıf efendi yine söyleniyor:
" Evet, bu zavallı vatanın yarasını kanatan sizsiniz, sizin gibi onu beğenmeyenler, ona itimat etmeyenler, daima onun kusurunu gören onun sevgilileridir."