‘Çarmıhta ölen İsa aşkına,’
Diyordu birisi, ‘bu mu o adam,
Bir dokunuşuyla o zalim okuyla
Acımadan zararsız Albatrosu vuran?
Günlerini tek başına geçiren ruh
O diyarda sis ve karlarıyla,
Seviyordu o kuşu, seven bu adamı,
Kendisini öldüren okuyla.’
"Kendi Kişisel Menkıbe'sini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar." (sf.35)
Simya ilminin dönüşüm anlamının kitaba hakim olduğu bir içsel yolculuk, kişinin yazgısı doğrultusunda gelişimi ile bir farkına varış romanı okumaktayız.
BİZE BİZİ ANLATAN ROMAN: KALAYCI HİLMİ DESTANI
“Bu kayısı dedemden kalma. İçi çürüdü. Ha kurudu ha kuruyacak. Kesmedim onun hatırası diye. Her bahar yaş dalları gürül gürül çiçek açar. Ben beni bildim bileli meyvesini yerim. Son birkaç yıldır tadı bal gibi. Yaşlılık böyledir torun. Baktın ki ömür bitiyor, açtıkça açarsın. Tıpkı bu kayısı gibi.
Yüz elli yaşında ölen bir kadına sormuşlar, demişler ki, “bunca yıl yaşadın, anlat bakalım, neler biliyorsun?” Kadın, “yalnız dünü biliyorum,” diye cevap vermiş. Demek ki, yarın ölecek olsam bile, bugün bir şeyler öğrenmem yararsız olmayacak... Ne dersiniz?
OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Sözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim