...Kuşlar ormanın sık yerlerine uçuştular, sanki yok olmaktan zor kurtulmuşlar gibi mutlulukla cıvıldaştılar. Semiz yapraklar sevinçli bir durgunluk içinde fısıldaşmaya başladılar. Ayakta kalan ağaçların tepeleri yerden yatan ölü ağacın üzerinde saygıyla usuldan usulca salındılar.
Öldük ;biçildi kefen,
Kefen biçilirken, kazıldı mezar.
Mezar kazılırken, yıkandı vücut,
Yıkandık sarıldı etrafımız, kefenle girdik tabuta.
Tabutla taşındık mezara, sonra girdik çukura.
Çukura girdik üstte üç dört parça tahta,
Başladılar toprak atmaya.
Ve en sonda ruhuna fatiha
Bağdaş kurup oturuyorum bir uçurumun derinliklerine
Elime kalem almadan şiirler yazıyorum
Ey, sokaklarında nöbet tuttuğum kentler
Ey, yüreğimde gitgide yaklaşan doğum
Ad veriyorum artık her nesneye kendimce
Bayraksız ülkeler arıyorum şimdi atlaslarda
Mayınsız, telörgüsüz sınırlarda at koşturuyorum
Dünyalar getiriyorlar bana, birini seç diyorlar
- Pazardan üç beş kavun alıp getiricesine
Herkesin dünyasından silah sesleri geliyor
Bütün dünyaları dolaşsam, mezarlıktan başka bir şey göremeyeceğimi biliyorum.
Yazıtlarındaki sözler değişikse de ne çıkar?
Ölüm her yerde aynı ölüm ve her yerde benim sırtım yanıyor tabutları omuzlamaktan
Oturup ağıtlar yazmak da bir şeye yaramıyor.
Bağdaş kurup oturuyorum bir gülün derinliklerine.
Kendimi yeniden doğmalara alıştırıyorum.
Ne umut verici değil mi Yusuf? Ölüm saati gelince uysalca ölmek. Orada yaratıcının merhametinin sonsuz tecelli edeceğine, sevimli bir hayata kavuşulacağına, buradaki mutsuzluklara sevecenlikle gülümseyeceğimize inanmak.