Ne kadar çok insan tanırsam o kadar artar mutluluğum. En zavallı yaratıktan bile çok şey öğrenir insan; zenginleşir, sahip olduğu nimetierin önemini daha iyi idrak eder.
Beckett'e göre, kimi öykülerinde ve şiirsel düzyazılarında betimlediği gibi, sonsuz bir “bataklığın” dibinde “önünü görmeden” ilerlemeye çalışan yersiz yurtsuz, malı mülkü olmayan bir “serseri” konumundadır insanoğlu... Ünlü “Beckett Üçlemesi”nin ilk romanı Molloy'un başkişisini yaşlanmış, bedensel açıdan yoksunlaşmış, ama yine de “göçebe hareketliliği” içinde bir “serseri” olarak görürüz. İkinci roman Malone Ölüyor'da ise artık yatağa bağımlı olan kahraman daha doğrusu anti-kahraman- bir yaşlılar evinin tek başına kaldığı odasında yatmakta ve yalnızca yazma edimini gerçekleştirebilmektedir. Elindeki —yontula yontula iyice küçülmüş— kurşun kalem bittiğinde yazamayacak ve bedeni cansız kalacak... Üçüncü kitap Adlandırılamayan'a geldiğimizde, görüyoruz ki yalnızca “bilinç” kalmış ortada. “Serseri”nin bedeni yokolmuş... Beckett, “ruh”un ölmezliği konusunu çoktan geride bırakmış. Ama “bilinç” ne olacak? Beckett bunu bilemiyor, bu yüzden de bilinç sürüyor. Ama bilincinin içinde dolaştığımız kişi yok artık, adı yok, adlandırılamıyor...
Samuel Beckett Yüz Yaşında/Ayşegül YükselKitabı okuyor
Ve kendi deyişiyle, iç içe geçmiş ikilemlerin sonucudur baş koyduğu yazma eylemi: “Anlatılacak hiçbir şey olmayışının, hiçbir anlatım yolu bulunmayışının, anlatma gücü ve anlatma isteği olmayışına karşın, anlatmanın zorunlu oluşunun anlatımı.”
Samuel Beckett Yüz Yaşında/Ayşegül YükselKitabı okuyor
Beckett'in Tanrı ile olan bağlarını koparışı iki dünya savaşında yaşananların tanığı olmasıyla ilişkilendirilir genellikle. Kendi imgesi olarak yarattığı insanların birbirlerini yok edişlerine seyirci kalan, onların yardım isteyen çığlıklarına kulaklarını tıkayan bir Tanrı'nın varlığına inanılabilir mi? Öte yandan, ölüm sonrasında sonsuz bir yaşama ulaşacağı inancından yoksun kalmış, yaşamı “doğum” ile “ölüm” arasına sıkıştırılmış, doğumdan başlayarak ölüme doğru ilerleyen, dünya zamanıyla sınırlı bir süreç olan insanın varlığı anlamlandırılabilir mi? Bu iki sorunun her ikisi de olumsuz yanıt alınca gündeme yanıtı olmayan üçüncü soru geliyor: Durum böyleyse, insanoğlu ne demeye —kendi isteği olmaksızın— dünyaya fırlatılmıştır, sonra da ne demeye ölüyor? Beckett, “insan”ın işte bu “saçma” konumunu yazdıklarına odak noktası yapıyor.
Sayfa 7 - Samuel Beckett Yüz Yaşında/Ayşegül YükselKitabı okuyor
Hatırlamak! Neyi hatırlayacakmışım! Bu iğrenç hayatımı bir balçık yığınında sürükledim. Sen de gelmiş burada ayrımları görüp görmediğimi soruyorsun bana. Şu pisliğe bak. İşte hep bunun içinde yaşadım.
Yaşam diye bilinen sendrom tedaviye olanak tanımayacak kadar dağınıktır. Tedavisi mümkün her tanıya karşılık kötüleşen bir başkası ortaya çıkar. İnsanların gereksinmeleri bir kısırdöngü yaratır. Eksikliğin niceliği asla değişmez.