düşen yaprağıma ağaç olanım
yürüyüşünün ritmine nefesim yetmedi
hiçbir bakışım tamamlanmadı sana
tatmadım hiç nasıldır derler ya doya doya
ne dağına yol oldum ne yaprak suyuna
halleriyle dil olanım
bilmem ki kırılan parça nasıl tamir edilir
nasıl gölge salar insan bir tırtıla
hiç olmazsa demediler hiç
göğüs kafesidir kırılır omuzdur çöker
insanlar ve şeyler bedenimin ortasından geçtiler
türküleriyle de allaha dönenim herkesler diyor ki yol yordam bilmiyorsun bilmiyorsun
dünyanın şekli altı gün yedincisi sensin
gerçekten olanların hangisi benden hangisi bana yani eksik kalır mı mesela bensiz bir dünya
kuşlar kaderle uçar diyenim
sesler ağır cümleler uzun
renkler çok her taraf kızarmış
göz ve patates kokusu
otoparkalar mutfaklar ve bütün iç geçirmeler
başımdan aşağıya dökülüyor şikayet değil sıkıntım yok tanımlanamaz yalnızlıklarım falan bir dokunuş hatırası yeter yangından bir kedi
kurtarmış gülüşü belki yorgun kadere gömülmüş
bir daveti beklemekten
"Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Bir doğruya sevinmekten çok, bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü..."
-Şükrü Erbaş, İnsanın Acısını İnsan Alır, Kırmızı kedi yayınları
Ve baktı öyle kalbiyle kadın.
Sustu simsiyah gökyüzü, düştü aklına adamın gece gibi sisli şehir, keşke dedi az önce ki geçmişe dalarak. Zaman dedi adam ama dinlemedi kadın ve öyle bir an ki, kesti sözleri gırtlaktan kadın. Ufukta batan güneşin denize bıraktıklarıyla kaldı adam yalnız ve düşünceli. Kadın neden diye sordu adama, elleri titredi
"Kedicik, yüz verme şuna. Kızım alt tarafı bir tırnak lan, gören de bizim gibi yumruk yedi sanır." Kuzey'in öfkeli sesiyle birlikte gülerek Efe Can'dan ayrıldım. Haklıydı ama Efe de böyleydi işte.
"Ne o, kıskandın mı?" Ecrin' in söylediklerine Kuzey güldü."Nesini kıskanacağım? İstersem buradaki her kız beni öper." Kendisiyle övünmekte haklıydı bence çünkü her kızı kendisine hayran bırakacak kadar yakışıklıydı, pislik.
"Hiç sanmıyorum." Ecrin itiraz ettiğinde Kuzey'in gülüşü büyüdü."Kedicik, gel beni öp." Ben afallarken gruptaki herkes gülmeye başladı
"Ben niye öpüyorum ya? Süslü yanında, o öpsün!"
"Iyy, bu mağara adamı şu anda ter kokuyor. Onu öpeceğime gider Yiğit'i öperim!"
"Valla bana uyar Nalan, gel öp beni."
"Naz ismim, geri zekalı! Nazan değil, Nalan hiç değil, Naz!"
"Madem herkes birini öpüyor, Ecrin sen de gel beni öp."
"Kimse kimseyi öpmüyor, susun artık. Lanet kedi yine ortalığı karıştırdı!" Bu öpücük konusuna nasıl geldik, anlamamıştım. Üstelik kabak yine benim başıma patlamıştı.
Bileğime yaklaştığı anda dişlerini göstererek gülümsedi. Alay eden kedi gülüşü yüzüne yayılmıştı. Öpmek yerine bileğime üfledi. Üflediği yerde ben gibi dağınık noktalar belirdi.
“Bu da ne?” diye sordum.
“Bir söz tılsımı,” dedi. “Yıldızlarla bağlandı. Sana olan borcumun ispatı.”