Çok kısa, temel hatlarıyla bunların üzerinde duralım ve 1938’de hayata gözlerini kapatırken Türkiye Cumhuriyetinin manzarasını hatırlıyalım.
Önce, yaşanılan çağı tanıyabilme imkânına sahib ve sağladığı yaşam huzurunu teori olarak değil, yaşıyarak bilen bir nesil yaratmak için kültür hamlesine girişti. İmparatorluktan alınan mirâs acınacak tabloydu. Devlet bütçesi yetersizdi.
Sanayi hemen-hemen sıfırdı. Ülkeyi terkeden azınlıklar, değil mevcud sanayii, zenaat dediğimiz en basit hizmetleri bile be raberlerinde almışlar, götürmüşlerdi. Millî Mücadelede köylerden derlenmiş atları nallıyacak nalband yoktu: 1921’de Konya'da Başaralı Hanının ahır bölümünde açılan Nalband Okulu’nun öğretmenleri, birisi yarı felçli üç yaşlı usta idi.
Kâzım Karabekir Paşanın aracılığı ile Azerbaycandan getirtilmişlerdi. İlk diploma törenine BAŞKUMANDAN olarak ATATÜRK’de katıldı. Burada yaptığı ve adetâ kendi nefsine hitâb eden uzun konuşmada; OsmanlI ordusunun, getirilmiş yabancı mütehassısların telkini ile Nizam-ı Cedîd devrinde Ordunun emrindeki askerlikle alâkalı sanat (zenaat) teşkilâtını kaldırarak vatan savunmasını yabancılara emânet hatası neticesi yıkıldığı’nı örnekleriyle anlattı ve zaferden sonra işe oradan başladı: İSTİKBAL GÖKLERDEDİR hükmünü ilk veren O’ dur. Köylünün ayağında halâ çarık varken Kayseri’deki hangar değiştirmesi montaj atölyesini Tayyare Fabrikası adıyla kurdururken, bir yetersizlik yarası’na şifâ arıyordu.