Yaklaşık bir buçuk sene önce elime geçen bir kitap. İlk okuduğumda ağlattığı gibi alıntı yazma amacıyla elime alıp cümlelere göz gezdirirken dahi içimi tuhaf etti. Atamızın son 300 gününe tanıklık etmiş kişilerin yazdıkları veya anlattıkları anılardan yararlanıldığı kitabın 11. Sayfasında belirtiliyor. Okurken en çok sevdiğim detay sanırım Atatürk'ün insancıl yönlerinin de ele alınması oldu. Dünya çapında bir lider ve yepyeni bir ülkenin tek hakimiydi fakat "küçük" bir sorunu vardı, o da yalnız olmasıydı. Gerek genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a söylediği "Yalnızım çocuk, bunalıyorum." Şeklinde olan ifadesinden gerekse yine bunaldığı bir vakit saraydan gizlice kaçıvererek Boğaz'da bir Rum meyhanesine gitmesinden bahsedilen kitapta Atamızın o dönemlerde çektiği zorlukları daha iyi anlayabiliyor, insani yönünü gördüğümüz için daha yakın hissediyoruz. Dönüp dönüp tekrar okumak istediğim bir kitap ve kesinlikle okunması gerektiğini düşünüyorum.
Sarı ZeybekCan Dündar · Milliyet Yayınları · 19941,790 okunma
Atatürk'ün son 24 saatinde
Hasan Rıza Soyak (Genel sekreteri) Kılıç Ali'ye (Atatürk'ün koruması) dayanamayarak büyük bir teessür içinde;
'Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor.' dedi
4. Murat – Ahmet Haldun Terzioğlu
Yazarın KÖSEM SULTAN ve GENÇ OSMAN romanlarını okumuştum. Her ikisi de beklentimin üzerindeydi. Anlatım akıcı dil yalındı. Yazar akademik bir dil kullanmamış tarihi olayları bir roman kurgusu içinde başarılı bir biçimde anlatmış.
Cahit ÜLKÜ’nün SARI SELİM romanını okuduktan sonra Selim’e bakışım değişmişti.
- Tanıyanlar vardır tanımayanlara da tanıtmış olayım:
Diyap Yıldırım, 1846 yılında Tunceli'nin Çemişgezek ilçesinde doğdu. İleride "Ferhat Uşağı" aşiretinin reisi olacaktı.
Diyap Yıldırım bir Kürttü. Amma örnek alınası bir Kürttü.
- SARI PAŞA, KEMAL ATATÜRK'ÜN
Merhaba,
İlk inceleme benden...
Öncelikle uzun zamandır deneme türünde bir kitap okumamıştım. Sakine, bir roman değil. Sakine, kitaba ismini veren bir Anadolu kadını... Onun masumiyeti ve bakış açısı üzerinden günümüzün kronikleşmiş sorunları üzerine merhem olmaya çalışılıyor, çözüm önerileri aktarılıyor, insan olduğumuz biz okuyucuya yeniden hatırlatılıyor, kalbimizin varlığı yoklanıyor vs. vs. vs.
Okurken sıkılmadım; bazı yerlerde tekrara binen cümleler ile konular arası geçişte düzenlilik olmaması gibi okuma kalitesini düşüren, akıcılığı etkileyen yerler vardı. Tam tersi şekilde her cümlenin aforizma gibi olduğu paragraflar da vardı. Ben sevdim. Bir şans verin derim...
Daha fazlasını bloğumda yazdım:
hknkr.com/sakine-hasan-sa...
İyi okumalar.
MÜTHİŞ BİR TREN
Kıraathanenin camları önüne oturmuşlardı. İki arkadaştılar. Nargilelerinin marpuçlarını emerek susuyorlardı. Zayıf olan, lülenin ateşini nargilenin kehribar ağızlığıyla düzeltti. Bir-iki nefes daha çekti. Marpucu sardı. Nargileyi önünden itti. Bu, yüzü karanlık, karışık bir adamdı. Kalın kaşları vardı. Bu kaşların altında
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Koruması Kılıç Ali ellerini kavuşturmuş, son saygı duruşundaydı.
“Hayatına kastedilmemesi için icabında canımızı fedaya azmetmiş olduğumuz büyük Atatürk, gözümüzün önünde güpegündüz fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde tazimkârane bir vaziyet almış duruyor ve kimsenin elinden bir şey yapmak gelmiyordu. Aman Yarabbi! Adeta dehşet içindeydik.
Bir ara Hasan Rıza dayanamadı, büyük bir teessür içinde bana, ‘Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor,’ dedi.
Saat tam 9’u 5 geçiyordu.”