İnsanoğlunun iki tür dalgalanışı arasında fark gözetmek gerekiyordu. Bunlardan biri, insan ne zaman iyi ve kendi yararını düşünmeyeceği bir şey yapsa, kendi kendini aşardı, ama bu, duvarlardan yalnızca küçük olanıydı. Büyük duvarı oluşturan ise, en ben’likten uzak insanın bile benli’liğiydi; bu, ilk-günahın, insanin doğduğu andan itibaren taşıdığı günahın ta kendisiydi; duyularla bağlantılı her izlenim, her duygu, hatta kendini verme duygusu bile bizim uygulamamız bağlamında bir verme eyleminden çok bir alma eylemidir, ve bu iliklerine sinmişliğin ve benlik tiryakiliğinin zırhlarından herhangi bir biçimde kaçabilmek, neredeyse imkansızdır.
Bu doğrultuda olmak üzere, bilmek, yabancı bir şeyi kendine mal etmekten baska bir şey değildir, insan, o şeyi bir havyan gibi öldürür, parçalar ve sindirir.
İnanç, artık değiştirilmesi mümkün olmayan, donmuş ilişkidir.
Araştırma, sabitleme ile eşanlamlıdır.
Karakter, kendini değistirme tembelliğidir.
Bir insanı tanımak, ondan artık neredeyse hiç etkilenmemektir.
Anlayış, bir tür bakıştır.
Hakikat, nesnel ve gayri insani düşünmeye yönelik başarılı girişimdir.
Bütün bu ilişkilerde öldürme, soğuma, mülkiyete yönelik bir tutku ve kasılıp kalma, bir de bir tutam bencillik ile nesnel, korkak, hilebaz, yapay bir özgecilik karışımı birliktedir!