Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
(...) İlkbahar ışıltılı bir gece gibi Thomas'yı sardı, mutlulukla dolup taşan bu doğa tarafından usulca çağınldığını hissetti. Bir meyve bahçesi onun için toprağın bağrından boy atıp serpildi, kuşlar hiçliğe uçtular ve uçsuz bucaksız bir deniz ayaklarının dibine serildi. Yürüyordu. Işığın yeni parıltısı mıydı bu? Yüzyıllardır beklenen bir
Birkaç susineğinin daha sahici kanatlarla uçtuğu görüldü _çünkü öleceklerdi_ hepsi o kadar.Kitabı okudu
Bülbül
Bir şarkıcı yüreği için gözyaşlarından daha değerli elmas, daha değerli inci var mıdır yeryüzünde?
Sayfa 186 - İş Bankası Kültür Yayınları, Çocuk Edebiyatı, Eğitici, Ders, ÖğütKitabı okudu
Reklam
Tanrı bunu niçin yapmıştı? Geceler uykuya, bilinçsizliğe, dinlenişe, unutuşa ayrıldığına göre, onu gündüzlerden daha güzel, şafaklardan, akşamlardan daha hoş yapmak niçindi, sonra niçin bu ağır, bu baştan çıkarıcı, bu güneşten daha şiirli, bu öylesine kapalı olduğu için gün ışığıyla aydınlatılamayacak kadar ince ve gizemli şeyleri aydınlatmaya adanmışa benzeyen bu yıldız gelip de karanlıkları böylesine saydamlaştırıyordu? Niçin şarkıcı kuşların en ustası [bülbül] ötekiler gibi dinlenmiyordu da heyecan veren gecede şakıyordu? Dünyanın üstüne atılan bu yarı perde nedendi? Bu yürek titreyişleri, bu ruh coşkusu, bedenin böyle gevşeyiverişi nedendi? Yataklarında yattıklarına göre insanların hiç de görmedikleri bu güzellik, çekicilik bolluğu nedendi? Bu ulu görünüm, gökyüzünden yeryüzüne serpilmiş şiir bolluğu kimin içindi?
-Söyle bana, güzel kız, dedim, damda ne yapıyordun bugün? -Rüzgârın nereden estiğini anlamaya çalışıyordum. -Sana ne bundan? -Rüzgârla birlikte mutluluk da gelir. -Demek mutluluğu şarkıyla çağırıyordun? -Şarkıların olduğu yerde mutluluk da vardır. -Ya insan kederli bir şarkı söylüyorsa? -Ne çıkar? Bir yerde iyi yoksa o yerde kötü bulunur; iyi ile kötünün arası pek öyle uzak değildir. -Kim öğretti sana o şarkıyı? -Kimse öğretmedi; içimden şarkı söylemek geliyorsa söylerim; dinlemek isteyen de dinler; dinlemeyen anlamaz. -Peki şarkıcı bülbül, adın ne senin? -Beni vaftiz eden bilir. -Kim vaftiz etti seni? -Nereden bileyim? -Ne büyük sır!
"Peki şarkıcı bülbül, adın ne senin?" "Beni vaftiz eden bilir." "Kim vaftiz etti seni?" "Nereden bileyim?"
Çocukluğumuzda bizi masallarla uyuttular, sonra gün geldi bize bizatihi masalın saçma-sapan bir şey olduğu, başta çocuklar olmak üzere kimselerin masallarla unutulmaması gerektiğini üzerine vurgu yapılmaya başlandı, bir şarkıcı böyle bir şarkı okudu epeyce meşhur oldu, masallara düşman oldular, folklör ölmüştü, şifalı bitkiler kocakarı ilacı diye alay konusu edildi. Sözün özü Eski dünya Eski günler pılını pırtını toplayıp hayatımızdan çekip gitti, geriye dönüp bakmak günahtı sanki, sanki biri gayriihtiyari geriye dönüp baksa taş kesilecek donacaktı. Bu da oldu ismetin dediği gibi "kayıtlara geçti" neredeyse geriye dönük Bakanlara gerici, sürekli ileriye Bakanlara ilerici diyeceğim ya çok safdil bir Niteleme olacak, bu siyasi söyleme yuvarlanan ifadeleri burada bırakalım. Masallara dönelim, kocakarı ilaçlarına, leyleklere, kırlangıç fırtınasına, Nazar boncuğuna, tavşan ayağına, Mart dokuzuna, su değirmeninine, Yediveren gülüne, yahut şu Çin atasözüne: "Ay büyümez ise küçülür..." masallara dönelim ki çiçekler koksun, su şırıldasın, Bülbül ötsün, Yahu sadece şu Bülbül için göze alalım bunu lütfen.
Reklam
müzeyyen senar
“Ben kekemeydim çocukken. Mektepte okumuyordum ama müsamerelerde bülbül gibi şakıyordum. Oradan bir müsamerede görüp beni Üsküdar Kız Musiki Cemiyeti’ne götürdüler. Oradan da alıp Kadıköy Musiki Cemiyeti’ne, yani Eski Şark Musiki Cemiyeti’ne. Kimler yoktu ki orada? Münir Nurettin’ler, Mesut Cemil’ler hepsi. Orada Kemal Bey ve Hayriye Hanım vardı. ‘Sen buraya gelme eve gel.’ dediler. Bütün bestekarlar da eve gelmeye başladı. Çocuktum, önlük sırtımda derse giderdim. Sonra beni radyoya götürdüler. 1932 senesinde. Haftada bir gün, 5 lira alıyordum. Para kazanmaya başladım, aileye baktım. Sonra tuttular beni, bahçede 10 liraya solist çıkardılar. Yıl 1933. Saçımda iki kurdele, titreyen bir kız çocuğuydum. O tarihten bu tarihe şarkıdır işim. Dolmabahçe Sarayı’nda ölümünden iki yıl önce Atatürk’e şarkı söyledim. ‘Cana rakibi handan edersin’ şarkısını beğendi. Yolda kocamla kavga ettik. Kıskanmış. Eve gelince üstüme yürüdü, annemi tartakladı, ben de kafasına vazoyu geçirdim. Bir defasında da Atatürk’le dans ettim diye kavga ettik. Sonra da ayrıldık zaten. Hiçbir evliliğimde gelinlik nasip olmadı bana. Öyle kimselere vurulmadım. Hep adamlar musallat oldu bana. Ben bir kez aşık oldum aslında, o da Suudi Arabistan sefiri Tevfik Hamza idi. Evlendik, sefire oldum ama şarkıcı olduğum için hükümeti istemedi, bizi ayırdı. O gerçekten adam gibi adamdı. hayatımda ilk kez bir erkeğin, omuzlarımdan bütün yükü alarak beni sevebileceğini onda gördüm. ”