“Sana seni seviyorum diyemem belki ama kalabalık bir ortamda gülerken ilk senin gözlerine gülümserim ve eve giden kısa yolu seninle birkaç adım fazladan atabilmek için uzatırım. Bazen de bilerek adresi kaybederim. Bilmem ki anlaman için bazen elimi kaybeder, elinde ararım. Bazen de ezbere bildiğim şarkının nakaratında saçmalarım. En güzel kelimelerle kurduğum cümlenin devrilmesini seyrederim. Konuşurken aniden bir kekeme oluveririm. Bazen de yağmurlu havada şemsiyeyi başımız yerine yağmur ıslanmasın diye tutarım. Kaybolur ayaklarım, aniden topallayarak sana yaslarım omzumu, anla ama sana seni seviyorum diyemem, anla. Hadi elimi tut, gökyüzü bulutlardan düşüyor.”
Issız ve kupkuru, nihandır dışım kalbimde ipekle sararım seni
Gönülden yanmışım ve inanmışım
Her gün saatimde kurarım seni
Toprağın verilmiş sözü var kanda
Zaman keskin bir diş; izi var canda
Bir tuhaf, bir derin sızı var tende
Çiçekler yurdunda ararım seni
Hayalin, rüyanın firarındayım
Revnaklı mevsimler diyarındayım
Mercan renkli bir göl kenarındayım
Kuştan, karıncadan sorarım seni
Yasemin kokulu bir rüzgâr eser
Zümrüt bakışlıdır yalnızlık, susar
Kalbimi bir tuba dalına asar
Kaybettiğim yerde bulurum seni
Heyecanla, korkuyla, merakla
Nice günler birbirini tüketir
Bir yaz başlar kahırlı, buram buram
Ve derken İstanbul’a Ağustos gelir
Önce o sefil yalnızlıktır çalan kapımı
O küskünlük, o kahır, o bezginlik
Kapkara bulutlar kümelenir içimde
Oysa bakarım her yer günlük, güneşlik
Bilirim, sütlimandır sizin kıyılarınız
Fırtınalar kopar benim