Karikatürlerin kimisinde... Bazen teşhis koyan doktor, bazen mezurayla düşmanın boyunun ölçüsünü alan terzi, bazen aşçıydı. Mustafa Kemal’in aşçı olduğu mutfakta “Sevr” yazılı kâse kırılıyor, “Misak-ı Milli tenceresi”nde barış çorbası kaynıyordu.
Hırs ve kibir birçok kötülüğe kapı açabiliyor. Baş kahraman kendini kendi vicdanıyla sorguluyor. Vaktinde yaptıkları, yaşadıkları, olacakları, olacaklara zemin hazırlaması benliğindeki hırstan, kibirden ve kıskançlıktan geçtiğini açık açık beyan etmiş.
Geçmişten gelen bazı acı izler, eğer insan kendini kontrol edemezse daha derin izlere neden olabilir.
Kahramanımız arkadaşı sayesinde girdiği işte üst olmak için yüreğinde beslediği hırs ile kendini oturtacağı koltuğa ulaştırana kadar çevresindeki insanları kullanıyor. Kitaptaki iki farklı maske gibi iki yüzlülük yaparak başarmağa imza atıyor.
Belki elde etti ama aslında vicdanı onu muhakeme ettiriyor. Kendiyle konuşur. Kendiyle yüzleşiyor. Ne kadar haklıdır anlatıklarında.
Okurken kendinizden mutlaka izler bulacağınız, kendinizi de hesaba çekeceğiniz, hatta kendinizle de konuşacağınız anlar olacaktır. Tamamen bir psikolojik romandır. İnsanın kendi doğru ve yanlışlarının farkına vardıracağı, hatalarından doğrulara adım atacağını fark ettiriyor. Beğendim. Okumaka gerekir.
Ortaokul düzeyinde bi öykü kitabı olmasına rağmen o kadar güzeldi ki Jack London'un okuyup da sıkıldığım bi eseri olmadı bugüne kadar.
Kitapta genç bir yazar batan bi gemiden kurtarıyor ama onu kurtaranlar ise sert ve denizin acımasızlığını tatmış insanlar. Özellikle geminin kaptanı vahşi bir adam fakat vahşiliğinin aksine çok
Sen hep öğretmen kalacaksın belki. Karşındakilerse doktor, aşcı, çaycı, kuaför, şoför vs. olacaklar. Lokantada önüne konan kahvenin köpüğünden şüphelenmek, berberde yanağında gezinen usturadan ürkmek istemiyorsan öğrencilerine iyi davran.
Şüphe yok ki bilimsel alanda yapılan çalışmalar evrensel ve nesneldir. Peki, Bach'in ya da Mozart'in müziği bana bir şey anlatmıyorsa -ve ben de bu dünyada yaşıyorsam- bu eserin bir deha sonucu ortaya çıktığına nasıl ikna olacağım? Bilimsel bir konuda deha ve yaratıcılık daha kolay kabul edilebilir bir şeydir. Fakat sanatsal bir çalışmada "neye göre dehadır, kime göre dehadır?" sorusu ortaya çıkar. Bu bağlamda bakıldığında hemen her toplumda Bach kadar üretken hatta daha fazla eser üretmiş sanatçı görmek mümkündür. Neşet Ertaş'a bakın, Tamburi Cemil Bey'e bakın. Bach dinlerken buharın kapattığı bir cama bakıyormuş hissi yaşayan biri, Neşet Ertaş'ın sazının tınısını duyduğu anda gözleri doluyorsa hangi evrensel dehadan bahsedebiliriz ki?
Mozart'ın ömrünün sonuna kadar mason olarak kaldığı ve bazı eserlerinde masonik öğelere yer verdiği bilinir. Bunlardan en meşhuru, ülkemizde de sıkça dinlenen Sihirli Flüt Operası'dır. Masonların amaçlarına ve ideallerine yürekten katılan Mozart, onlardan esinlenerek pek çok eser bestelemiştir. Örneğin Sihirli Flüt Operası'nda masonlar için önemli olan 18 sayısını sıklıkla kullanmıştır. Bu eserde masonların bazı sırlarını açık ettiği için Mozart'in masonlar tarafından zehirlendiği bile söylenir.
Nitekim Newton'un biyografisini yazan William Stukeley, kitabında elma olayına asla bilindiği şekildeki gibi değinmez. Akşam yemeğinden sonra çay için bahçeye çıktıklarını ve ağaçtan düşen bir elmanın yaptığı çağrışımla yerçekimi hakkında konuştuklarını yazar. Yani elmanın düşmesi ile yanan bir ampul falan yok. Hatta yerçekimi konusundaki nihai açıklama, elma olayından seneler sonra yapılmıştır.
Benzer pek çok figür böyle masa başında üretilmiştir. Newton'un elma metaforundan "Mona Lisa"ya, Mozart'ın müthiş hafızasından, Türklerin barbarlığına kadar pek çok popüler dedikodu masa başında hazırlanmış, özenle cilalanmış ve köpürtülmesi için kamuoyunun insafına bırakılmıştır. Burada oluşan pazar öyle tuhaf manzaralara neden olmuştur ki bir psikiyatristin önüne gelse obsesyon tanısı konulması gereken durum, dehanın mucizevi atmosferine yorulmuştur.