Bugünkü dinsel söylemin sıkleti, ayaklarını basmak için; sanata, müziğe, şiire, güzelliğe, estetiğe kapılarını kapatmış, emeği ve kişiliği sömürülen, yargısını kaba propagandaya, düşüncesini sığlığa kurban vermiş yığınların omzunu arıyor. Dinden söz ederken fısıldamayı değil bağırmayı, telkin etmeyi değil dikte etmeyi seçen her yapı, bunu gündelik politikanın gönüllü aparatlığına liyakatini kanıtlamak ve bunun semeresini devşirmek için yapıyor. Tüm imgelerin, söylemlerin, sembollerin içi hoyratça boşaltılıyor. Bayrak, vatan, din, iman, aşk, kalp, vicdan... sözcüklerin kendisi bile yorgun düşmüş durumda. Kimsenin içine işlemeyen, sadece geçici tansiyon yükselmelerine hizmet eden ezberler, bayat sloganlar, üstelik hiç kimsenin hiçbir şey anlamadığı tuhaf lisanımsılarla dile getiriliyor. Bu fırıldak çark bir kez kurulunca, iki yönlü çalışmaya başlıyor: Bir kişilik emaresi gösteren herkes çarkların dişleri arasına atılırken, kişiliğini vestiyerde be- rakmış insan öbekleri üretiliyor. İlahi soluğu göğsünde taşıyan aziz insan değil, tek erdemi itaat olan dilsizler. Bu yakınmalar sayfalarca sürebilir.